2019 başlarken yıllardır evde kendi başımda YouTube videoları ile pratik ettiğim yoga ile işleri bir üst seviyeye taşımaya karar verdim. Githa Yoga’da Mey Elbi ile yoga eğitmenliği eğitimine başladım. Yoga duruşları, anatomi bilgisi, nefes teknikleri, meditasyon, yoga sekansı/akışı yazma, ders verme ve gene yoga tarihi ve felsefesi konularında bilgim artar diyordum. Evet bu konularda bilgim arttı artmasına ancak beklediğimin ve aradığımın çok ötesinde şeyler de buldum. Bulmaya da devam ediyorum.
Mesela bizlerin “yoga” dediği şey (fiziksel yoga pratiği), yoganın ne kadar ufak bir kısmıymış. Yoganın nihai noktası sandığım iki elin üzerinde ters duruşlar yapmak, okyanusta bir damlaymış sadece. Yoga matta başlayıp bitmezmiş. (tamamen kişisel fikrim..) Yoga vücudumuzu esnetip güçlendirerek bizi meditasyona hazırlarmış. (gene kendi fikrim..) Yoga pratik ediyorum “yogiyim / yoginiyim” diyebilmek için hayatımızı sağlam bir gözden geçirip düzenlemek gerekirmiş. An itibari ile tam da bu süreçteyim. Durumu süsleyip püsleyip yaratıcı betimlemelerle anlatacak bir ruh halinde değilim: oldukça keyifsiz & sık sık hata veren bilgisayar gibi hissediyorum.
Pozitif, içinizi açan ve motivasyon veren bir yazı olmayabilir. Yapılacak şeyler listesi, yol haritası veya kaydetmelik bir liste de paylaşmıyorum. Yazdığım en kalpten, en yazmak için yazılmış olan ve gerçek yazılardan biri sanırım. Okumaya devam etmek sizin kararınız. Umut var mı yok mu bilmiyorum. Hali hazırda hissettiklerimi yazmak istedim.
Her Şey Ama Her Şey “Pratik”miş.. Bilmiyordum!
Olduğumuzu sandığımız şeyler, sıfatlarımız, yeteneklerimiz, uzmanlıklarımız, eğitimimiz, fiziksel becerilerimiz, her an yaptığımız seçimlerimiz.. kısacası akla hayale gelebilecek her şey pratikmiş! Ne demek istiyorum? Mesela pozitif düşünen yapıcı bir insan olduğumuzu düşünelim. Her an, her durumda yine yeni yeniden pozitif düşünüp yapıcı şeyleri seçmemiz gerekiyor. Pozitif olma sıfatı bize verildi diye her duruma bu bakış açısıyla yaklaşacağımızın garantisi yok. Her gün her an bıkmadan istediğimiz o sıfat neyse onu pratik etmemiz gerekiyor. İnsan olduğumuz için çoğu zaman hata yapıp toparlıyoruz. Yaşamak, nefes almak, olaylara tepki vermek, seçim yapmak hepsi birer pratik. Her seferinde yeniden deniyoruz, başarının garantisi yok.
Fiziksel yeteneklerimiz, zorlu yoga duruşları da birer pratik. Bildiğimiz yabancı dilleri, hatta ana dilimizi konuşmak, kendimizi ifade etmek için en doğru kelimeleri seçmek de bir pratik. Meditasyon, zihnimizi bir kaç saniyeliğine susturmak da bir pratik. Kimi gün kolayca gelen, kimi gün asla gelmeyen bir zorlu bir pratik. Yani tüm sıfatlarımız, yeteneklerimiz, eğitimini aldığımız şeyler, düşünce ve tepki vermek şeklimiz yani hemen hemen biz; kendimiz 7/24 devam eden bir pratiğiz.
Yoga ve meditasyon pratiğinden bu fikre gelmek bana hem iyi geldi hem de korkuttu. İyi geldi çünkü geçmiş hatalarımı düzeltebilir, an be an kendi doğrularıma göre yaşamayı pratik edebilirim. Kötü geldi çünkü bitmek bilmeyen bir dikkat ve gözlemleme halini gerektiriyor. Sorumlu olmayı gerektiriyor. Bir de bir noktada hata yapmak %100 garanti, insan olmanın sonucu olarak. Her sabah uyandığımızda pratiğimiz başlıyor, yaşadığımız süre boyunca. Hiç bir şey bizim değil, aldığımız eğitim, sıfatlarımız ve hatta fiziksel özelliklerimiz bile. “Kendimiz” olmak hiç bitmeyen bir pratik.
Artık derslerde “yoga pratiğinizde varsa yapın..” dendiğinde bahsedilen duruşun/asananın çok ötesinde “hayat deneyimi pratiğimi” düşünüyorum. Hayat pratiğimde bugün neler var? Nelerin eksikliğini çekiyorum? Neler zor ama yapmak iyi hissettirecek? Pratik, pratik, pratik ve asla mükemmele ulaşmayacak bir süreç. 🙂
Kelimeler, Dil ve Süpergüçleri
Hayran olduğum önemli kişiler söylüyor, Meksika’dan Toltek bilgeleri söylüyor, yazarlar yazıyor, zen ustaları öğretiyor, dünya üzerinde en hayran olduğum kadınlardan biri olan Maya Angelou da söylüyor, kişisel gelişim kitapları da söylüyor. Herkes ve her kaynak ağız birliği yapmışcasına bunu söylüyor: kelimeler, düşüncelerimiz ve konuştuklarımız çok önemli; hayatımızı şekillendiriyor.
Hayattan kelimeleri alsak ne yaparız? Kendi kendimizle nasıl konuşuruz, düşünürüz, başkaları ile nasıl iletişime geçeriz, milyonlarca – milyarlarca insanın dünya üzerinde birlikte yaşamalarını nasıl organize ederiz? Bence yeni bir dil ve yeni kelimeler yaratarak. Çünkü gerçekten de kelimeler büyülü şeyler. Onları kendimize, sevdiklerimize, sevmediklerimize, önümüze çıkan fırsatlara ve engellere karşı nasıl kullandığımız da çok çok çok önemli.
Özellikle felsefe/bilgi yogası denen ve benim de öğrenmeye baya bir merak saldığım “jnana yoga” hakkında okumak ve öğrenmek kelimeler konusunda algımı çooook açıyor. Yakında yogik okumalar tadında bir okuma listesi hazırlayıp sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu konuda okuma yerine video izlemek isterseniz bir ders önerim var. (tık tık)
Kendi hayatımda kelimelerin önemini anlamaya biraz daha yaklaştığımdan beri daha dikkatli konuşur, düşünür, kötü konuşmamaya, dedikodu yapmamaya ve en önemlisi hayat önceliklerimde yer almayan şeyleri, insanları, durumları düşünmeye vakit harcamamaya özen gösterir oldum. Zihnimle, düşüncelerimde arkadaş hatta dost olmaya çabalıyorum. Her şey gibi bu da pratik. Henüz çok başındayım ve hiç birşeyi beceremeyip rezaletle sonuçlanan günlerim oluyor. Olsun. Denemeye devam. Bu pratiğe girdikçe günlüğüme yazdıklarım, olmasını istediğim dileklerim de baya bir evrildi. Yol alıp almadığımı buralardan ölçmeye çalışıyorum.
Gerçek Olma ve Kendin Olma Merakı
Geçirdiğim değişimlerden kısa vadede başıma en bela açma potansiyeli olan bu bence. Yoga ile haşır neşir olmanın insanı içe döndüren o etkisi, belki de artık 30’larda olmam nedeniyle en çok “gerçeklik” peşinde koşar oldum. Kendimde, arkadaşlarımda, işimde, akla gelebilecek her alanda gerçek, dürüst insanlar ve şeylerin peşindeyim. Mesela bir toplantıya girer girmez ilk iş asıl amacımı / ajandamı söylemek istiyorum. Herkes birbirini dinlesin, ama cidden dinlesin ve en ideal çözümü bulalım istiyorum. Bir fikre, kavrama inanmıyorsak pat diye söyleyelim istiyorum.
İnanmadığım işleri yaparken çoğu zaman kendimi tutamayıp dile getiriyorum. Gene de yapıyorum o işleri ama söylüyorum. Bir hata yaptıysam, birşeyleri bozduysam, Atıl’ın bir eşyasını kaybettiysem, toplu bir konuşmada ilgimi yitirip dinlemediysem vb vb durumlar cesaret gösterip söylüyorum. Evet b*k yedim. İzninizle düzeltmek isterim. 🙂
Geçenlerde influencer pazarlama işleri ile ilgilenen bir tandığımla görüştüm. Blogum, sosyal medya ve bu işler nasıl yürüyor genel bilgi almak için. Beni 5 dakika inceledikten sonra “fazla doğal & gerçek” olduğumu ve işimin zor olduğunu söyledi. 15 dakika konuştuktan sonra da okuyucu kitlemin baya kaliteli olduğuna ve aynen böyle devam etmem gerektiğine kanaat getirdi. Görüşmenin sonunda da eğer 100 binlere ulaşmak istersem doğal olmamamı, planlı olmamı, belli tür içerikler üretmemi, 59480 kelimelik blog yazılarına enerji ve zaman harcamamı söyledi.
Olayları olmadığı gibi göstermek, gerçekleri eğip bükmek, içi dışı bir olmamak, hele en en kötüsü “olduğundan daha farklı veya fazla görünmeye çalışmak”, imaj kasmak vb paralel evrendeki gezegenler kadar uzak geliyorlar bana. Böyle bir enerjiyi içimde bulamıyorum. Umarım bu “doğallık” enerjimle benzer insanları çevreme toplarım da gül gibi yaşar gideriz. Samimiyetsizlik, gizli niyetler, ufak hesaplar beni çoook yoruyor. Karşılıklı ne istiyorsan söyleyiverelim. İnanıyorum ki hayat kolaylaşacak.
İki Dünyada Birden Yaşama Hali
Son olarak “spritüel” denebilecek konularla uğraşan herkese bir dönem veya her zaman olduğu gibi iki farklı dünyada yaşadığımı düşünmeden edemiyorum. Birinde yoga matım var, terlemek, nefes alıp vermek, başka boyutlara geçmek var. İnsanın kendi vücudunu, zihnini ve ruhunu kullanarak (bana göre) yapılabilecek en harika aktivite: meditasyon var. Mumlar, tütsüler, harika okumalar, sakinlik ve deriiiin bir huzur. Her şeyin olması gerektiği gibi olduğu ve çok doğal gelen çabasızlık hissi var. Bu dünyayı çok seviyorum.
Diğer tarafta sabah çalan alarmım, yapmam gereken şeyler listesi, yapmak istediğim şeyler listesi, üzerimde zaman baskısı, şehir trafiği, her şeye yetişme isteği, çok sevgili FOMO’m.. var da var. Ama aynı anda pek çok işle uğraşma, wunderlist’te yapılacaklar listesi hazırlama, kendime hedefler verme, gerekli gereksiz sorumluluklar alma, konfor alanımın dışına çıkma konularına ve bu çok çabaladığım dünyaya da beslediğim büyük bir sevgi var.
İdealde ikisinin dengesini tutturmuş yaşayıp giden bir durumda olmayı isterdim. Ancak şimdilik “acemi yogini” olarak birinden birine savrulduğumu hissediyorum. Bazen 72 saat evden çıkmadan, sadece yoga pratiği yapmak ve kitap okumak istiyorum. Bazen de haftanın her günü iş saatleri dışına dersler, projeleri görüşmeler planlamak. İkisi arasındaki doğal ve yumuşak geçişleri ve dengeyi kuramadım henüz.
Belki alakasız ama aklıma Barley’nin ilk geldiği zamanlar geliyor. O daha yavruyken ve dişleri çıkarken hayat çok zordu. Bazı günler hayallerimin ötesinde sürprizler vardı. Mesela duvarları yediği gün. (hahahaha #truestory) Sonra günden güne ben hiç farketmeden her şey kolaylaştı, rutinlerimiz oluştu. Barley olgunlaştı. Büyüme dönemi sancılarıydı geçti. Şimdi gene ara ara ufak ataklar, parçalanan eşyalar oluyor ama o benim en iyi arkadaşım. Evde nereye gitsem yanımda ve ayrılmaz ikiliyiz. Yoga yolculuğumda ilerledikçe de böyle olmasını hayal ediyorum. Kendimle daha barışık, kelimelerimi özenle ve sevgiyle seçen, dürüst ve dengeli olurum umarım. Şimdilik “büyüme sancıları” ve içinden geçilecek yollar var.
Ah Zeynep… Ne güzel yazmışsın! İki kez okudum yazını üst üste… Her bir yaklaşımın o kadar doğru ki! Hele pratik kısmı… Evet her gün, her an yeniden başlıyoruz ve partiğimizi hatırlamamız gerekiyor; ve evet o etiketlere, şöyleyim böyleyim sandıklarımıza yaslanmak gibi bir lüksümüz yok. Hem inanılmaz kolay, hem aşırı zor. Acayip bir farkındalık seviyesi gerektiriyor bence.
Çok çok güzel anlatmışsın. Okumak, hatırlamak ve düşünmek iyi geldi:)
Hep böyle kal! Sahici, derinlikli ve gerçek 😉
Yazar
çok teşekkür ederim güzel yorumun için Mervecim 🙂