Kadıköy’ün Heykel Ustası – İskender Giray Röportajı

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?

Kadıköy’ün (ve de Moda’nın) heykeltraş ustası İskender Giray Röportajı 🙂

İtiraf edeyim görsel sanatlardan en sevdiğim sokak sanatları. Yoğun ve koşturmaca içindeyken renkleri içinizde çiçekler açtıran bir duvar resmi, şiir sokakta akımından duvara yazılmış manidar bir dize, neşeli bir müzik veya yürürken sizi aniden durdurabilen bir heykel. Aslında günlük hayatlarımızı yaşarken arka plandaki detaylar gibi gözükebilecek bu eserlerde nasıl yaşadığımıza, nasıl sevdiğimize, mutlu olup olmadığımıza dair hazine değerinde antropolojik bilgiler gizli.

Sizleri Kadıköy ve Moda sokaklarını, başta heykelleri ile olmak üzere güzelleştiren ve anlamlandıran İskender Giray ile tanıştırmak isterim sevgili dostlar. Eğer kimdir hiç bir fikriniz yoksa işleri hakkında fikir sahibi olmak için aşağıdaki en çok bilinen çalışmalarına bir göz atın derim. Kesin bu heykelleri bir yerlerden gözünüz ısırıyor. Kendisi hakkında fikir sahibi olmak için de sadece Fizik mühendisliği okuyup üzerine kurumsal bir işe girip bir gün dayanamayıp istifa ettiğini ve kukla yaparak sanatçılığa giriş yaptığını bir de Kadıköylü olduğu bilin yeter. Gerisi zaten röportajda sizleri bekliyor. 🙂

Hayatında kendine prensip aldığın veya sürekli karşına çıkan fizik kanunları var mıdır? 

Aslında var (sağ alt kolunun içindeki kocaman dövmeyi göstererek); termodinamiğin ikinci kanunu; Minimum Enerji, Maksimum Entropi (Evrenin Düzensizlik Birimi) yani her şey “Minimum enerji harcayarak, maksimum düzensiz konuma geçmeye çalışır der” ve bu denge kendi kendine korunur. Benim kendimi yontmaya çalıştığım yöne doğru giden bir kanun. Kanun; bir düzensizlik biriminden ve bunun evrende sürekli arttığından ve asla sabit kalmadığından ve azalmadığından bahseder. Her nefes alışımız her tepkime bir düzensizlik doğuruyor; evrenin düzensizliğine ufak da olsa bir katkısı oluyor ve sürekli artıyor.

Çok basitçe anlatmak gerekirse sınıf örneğini verebilirim. Bir öğrentmen düşün, o düzenleyici görevinde; öğrencileri boyuna göre vs planlayıp oturuyor. Okulun son günü “herkes istediği gibi otursun” dediğini düşün. Oluşacak hareket bir kaostur. Her öğrenci en kısa yoldan minimum enerji harcayarak öğretmene göre maksimum düzensiz bir konuma geçecektir. Arkadaşlarının yanına geçerler, en kısa yoldan gitmek için bazı haylazlar sıranın üzerinden atlarlar. Ve bunun sonunda oluşacak durum aslında çok dengeli bir durumdur. Bütün yıl böyle oturun dense, öğrenci yanındaki ile kavga etmeden kolay kolay arkadaşından ayrılmayacaktır. Dolayısıyla daha kararlı bir dengedir ve bunu korumak öğretmen  gibi bir potansiyel bir kuvvete ihtiyaç yoktur.

Bu bana gerçek hayatta şunu anlatıyor “Kasma kardeşim!”. Özetle; kararlı dengeye ulaşmak için aslında çok kasmaya gerek yok. Ben özellikle eskiden kendimi çok kasıp durumları kontrolüm altına almaya çalışıyordum; bu bana kasmamayı hatırlatıcı bir dövme. Hayatıma uygulamaya çalıştığım kanun da bu. Zorlamadığında ortaya çıkan sonuç çok daha kararlı ve huzurlu oluyor.

Zaman sence göreceli midir? Senin için hızlı veya yavaş aktığı dönemler oldu mu? 

(Einstein’s general theory of relativity – Zaman görecelidir. Hayatında “Hız arttıkça zaman yavaşlar” dediğin dönemler oldu mu)

Zaten fiziksel olarak görecelidir, ama kendi hislerimize göre de göreceli. Gün içerisinde bile ufak periyotlara ayırırsam hızlanıyor ve yavaşlıyor. Bu tamamen farklı bir bilinç haline geçme işi.  Mesela benim için işe gömülmüşken zaman çok hızlı geçiyor ama birşey beklerken çok yavaş geçiyor. Bugün annem kukla kıyafetimi dikiyordu bana “Bir saat sonra gel” dedi. Bu benim takıntılarımdan biri olabilir; ben o bir saat boyunca çalışamadım. Sürekli o bir saat sonraya odaklandım ve o bir saat geçmek bilmedi.  Ama sonra sabah 11’de aldım ve çalışmaya başladım şimdi saat akşam 6’ya nasıl geldi hatırlamıyorum.

Algı olarak herkesin hızlı geçiyordur hayatı eminim. Sonuçta Güneş’in algısına göre saniyelik bir hayat yaşıyoruz. Güneş’ten bakınca ömrümüz saniye sürüyordur. Ama Güneş’e de sorsak, onun algısına göre eminim hayatı kısa geliyordur. (gülüyor)

Niye bir insan fizik mühendisliği üzerine MBA yapar?

(Hiç düşünmeden) Aile, insanın işletme bilmezse fizik mühendisliğinden iş bulamayacağını düşünmesi neleri ile girer.Girdikten sonra da istemediğine emin olup yarıda bırakır.Aslında zorunlu hissettiğin için giriyorsun, birisi seni zorladığı için değil. Hayatta başka yolun olmadığını düşündüğün için. Ama içeride ben o kadar bunaldım ki “Mutlaka bir yolu vardır!” nidaları ile çıktım.

20’lerinin ikinci yarısında kurumsal bir iş ve maddi açıdan güvenli bir hayatı belirsiz ama duygusal açıdan seni tatmin edecek bir hayat için bıraktın. Bu kararı nasıl aldın? Zorlandın mı?

O karara gelmek için yıllarca gel gitlerim oldu. Ben daha üniversitede fizik mühendisliği okurken bile keni kendime “Bende cesaret olsa (aslında sanatçı burada “cesaret”in muadili üç harfli başka bir kelime kullandı), çoktan sanata dönmüştüm” derdim.Bu kararı almam yıllarca sürdü. Bu biraz uzun bir ilişki yaşarsın ve ilişkinin hastalıklı olduğunu düşünüp bitirmek istersin buna benziyor. Bazen yıllarca sürüncemede kalırsın; bitse mi bitmese mi. Arada ayrılıklar barışmalar olur. Ama bir gün bir noktaya gelirsin ve “bitti zaten” dersin. Zaten sen farkına vardığında o çoktan bitmiştir.Benim kararım da öyle bir noktadaydı. İş yerinde powerpoint sunum hazırlıyordum ve dedim ki “Ben bu yüzden mi kuantum fiziği çalıştım? Bu yüzden mi fizik öğrenirken delirme seviyesine geldim?”. İşimden zevk almıyorum, bir heyecan mücadele de yok, “Ben burda ne yapıyorum?”dedim ve karar verip hızlıca 2-3 hafta içinde ayrıldım.Zaten günde iki adet anti-depresan kullanan aynaya baktığında kendini tanıyamayan bir adam olma noktasına gelmiştim. Hiperaktif bir bireyim; masa başı iş olmadı, toplantıda konuşulanlar olmadı. Olmadı kere olmadı.. giydim ve uymadı.

İşlerinde boğulanlar, mutsuzluktan ölenler için ne dersin?

Ben başıma gelecek herşeyi düşünüp önceden tahlil etmeye çalıştım. Ki hepsi de bir bir oldu. Bu düşündüklerinizin çoğunu göze almış olmak gerekiyor. Ben yalnızdım; çocuğu ailesi olan birine diyemem ki “Bırak kardeşim, yaparsın.”Çünkü eğer doğru hesaplamamışsan o çocuk aç kalabilir.Benim kaldığım zamanlar oldu. Sadece durumu iyi hesaplayıp gerçekçi öngörülerde bulunmaya çalışsınlar.

Denklem; sen mutlu olacağın şekilde bir hayat yaşayacaksın ama bu hayatı yaşarken lükslerinden feragat edecek misin, edemeyecek misin denklemi. Ben snowboard delisiydim; yılda hiç gitmesem, günü birlikler ve haftasonu kalmaları, toplamda yaklaşık bir ayımı dağda geçirirdim. O kadar severdim ki yazları rüyalarıma girerdi ama yıllarca yapmadığım oldu. Şimdi yeni yeni gidip  3-5 gün kalabiliyorum; o da senede bir defa. Beşiktaş fanatiğiyim her maçına giderdim;deplasmandaysa evde veya Beşiktaş Çarşı’da rakı içerek izlerdim. Bu benim için bir yaşam biçimiydi; şimdi Beşiktaş’ın ilk 11’ini sayamayacak durumdayım! Çünkü geceleri çalıştırıp iş yetiştirdiğim oluyor.

Bu denklemi göze alamayan kimseye “Başla!” diyemem. Ama kendim için en zor zamanımda bile pişman olmadığımı söyleyebilirim.

Kukla yapmak senin için bir basamaktı atladın; şimdi sonraki basamaklar neler? Ne zaman bu basamağı atladığını farkettin? 

Ben bu işe başlarken kendime plastik sanatlardan başlayacağım dedim ama asıl hedefim heykel yapmaktı. Kukla benim için; kendimi modelleme konusunda geliştirebileceğim süper bir yoldu. Hem de maddi olarak destek oluyordu. İlk yaptığım kuklaları tam 20 gün üzerinde çalışıp 400 TL civarında satıyordum. (gülüyor)

Bundan tam 5 yıl önce kukla – figür arası bir heykelle, heykele giriş yaptım. Nefes alabilir duruma geldiğimde kukladan heykele geçtim. İnsanlar 4 yıl üniversite okuyor; ben 6 yıl kukla ve resim yaptım.

Günün sonunda vermek istediğin mesaj nedir? Bize anlatmak istediğin ana derdin nedir?

Kendim adına en iyi katkıyı yapmak istiyorum. Toplum olarak katetmemiz gereken çok yol var. Ben oldum da ordan biliyorum değil; benim de çok yolum var. Ben de kötüyüm. Hepimiz çok kötüyüz ya;sabırsızız, saygısızız, her kavramımızın altı boş. Bu konuda ben yapabildiğim her katkıyı yapmak istiyorum. Benim gördüğüm birşeyi göstererek, ilgi çekerek, görmediğim birşeyi karşı taraftan görerek olabilir. Bu konuda her damlanın önemi var çünkü yol çok uzun. Ne benim hayatım yeter,ne benim çocuğumun hayatı yeter. Benim mottom ufacık da olsa bu yolda ortaya birşeyler koymak.

İnsanlar  işlerini görünce ne desin istersin? 

Birşey hissetsinler isterim. Tepki versinler; iyi, kötü, çirkin. Yeter ki kayıtsız kalmasınlar. Bir değişiklik yaratsın. Bir iniş çıkış olsun yeter.

Niye hakkında kötü yorumlar yok denecek kadar az? 

(duraksamadan) İnsanların işlerine karışmıyorum. Az da olsa kötü tepki gösteren insanlar da var.Az da kalmalarını isterim. Kimseyle bir derdim yok açıkçası. Kimsenin de benimle bir derdi olsun istemem. (gülüyor) Aslında insanların huyuna giden bir adam değilim. Ama gereksiz tartışmalara giren de bir adam değilim.

İlham aldığın değişik platformlar yerler nelerdir? Edebiyat, müzik vs demeden çok net örnekler verebilir misin?

Anamorph Filmi! Yaptığım anamorfik işleri o filme borçluyum. Filmde sanatçı bir seri katil var ve insan vücudundan öldürdükten sonra sanat eserleri yapıyor. Ondan çok etkilendim. Bir de henüz işi bitmeyen bir örnek var. Gece 5’te dağdan inerken son ses ve ilk defa dinlediğim Duman’ın “Kolay Değildir” parçasını dinledim. Parça bittiğine yapacağım iş kafamda belliydi.Yaptıktan sonra gruba bir haber vermek isterim. (gülüyor)

Çalışırken tuhaf takıntıların veya ritüellerini merak ediyorum. Benim her bir tuhaflığıma bir tuhaflıkla cevap verebilir misin? Baştan uyarayım giderek tuhaflaşacaklar.. 

Mesela ben çok önemli yazılarımı ve röportajlarımı mutlaka kırmızı deri koltuğumda yazarım.

(hemen yerinden kalkıp etrafta aranıyor ve koşup alt kattan getiriyor) Eğer ufak bir kafa

modelliyorsam mutlaka elimde bu ebeşuar olur; ona “joker” diyorum. (gülüyor) Son on yıldır

sayısız işimi bununla yaptım.

Yazılar, röportajlar ve ön hazırlıklıklar için üç  ayrı defterim vardır. Hepsininde sadece üç ayrı renk kalemi  var; asla birbiri için kullanılamaz.

Hahaha, bu çok iyiymiş!  Benim de o sıralar yaptığım işe göre içtiğim içkiler değişiyor. Yaptığım işin duygusuna göre gelişir. Genelde viski – bira – rakı üçlemesinde dönerim. Kukla genelde bira içtirir.Mesela HES için yaptığım iş viskilik bir heykel. Onda bronz ve işin bir ağırlığı var viski içirtiyor.

Her ayın 12’si hangi güne denk gelirse gelsin, hangi ülkede olursam olayım. o gece mutlaka yazı yazarım.

Atölyeye girer girmez asla işe başlayamam. Vücut saatimi düşürmem gerekir. Girer girmez

dışarıdaki hareketli “ikinci İskender” dediğim kişiyi dışarıda bırakırım. Atölyeye girer girmez

kendime bir tane çay veya buzlu kahve koyarım. Bir süre oturur yapacaklarımı düşünür vücut saatimi düşürürüm.Bir de işe başlamadan önce dünyanın en çirkin insanlarından biri olurum. Bunalımda, en çekilmez, lanet, sert, cevap veren tersleyen halimde olurum. Eşim bu halime “gudu” diyor. Kimseye bulaşmıyorum bu dönemde ama biri bana bulaşırsa durum mutlaka ağır sözlerle bitiyor! (gülüyor)

Ekim ayının benim için uğurluğu olduğuna inanırım. O ay aldığım kararlar daha kritik,tanıştığım insanlar daha kalıcı ve önemli gelir.

Ben de çok ilginçtir liseden beri Beşiktaş’ın başarılı olduğu yıllarda kendimin de başarılı bir yıl geçireceğime inanıyorum. Ve Beşiktaş iyi giderken gaza gelip “Benim için de iyi gidecek işler” diyorum. Düşünürsen ben Beşiktaş taraftarıyım o yüzden durumum çok kötü, son yıllarda!(kahkaha atıyor)

Sokak ile galeriye iş üretme yüzden nasıldır? Neden sokağı daha çok seviyorsun?

İdealde her sattığım bir işe karşılık sokağa bir iş koymaya çalışıyorum. Sokağa yaptığım işler genelde heykel olduğu için çok zaman ve para alıyor. Genelde gerçekleşen her sattığım iki işe karşı sokağa bir iş koymak şeklinde oluyor.

Sokak sanatı yaparken başına gelen ilginç olaylar? Halkla veya polisle?

Gerçek paylaşım sokakta; işinle iletişime geçen insan sayısı çok daha fazla. İnsanların ve özellikle çocukların işlerimle etkileşime geçip birşeyler paylaştığını görmek bana çok haz veriyor ve amacıma ulaşmış hissediyorum.

(Yerine ağaç dikilince) Ağaca Ağıt’ı kaldırırken çok fazla insan vardı ve belediye görevlilerine “Ne yapıyorsunuz?” diye sordular. Belediye görevlileri gururla ağaç diktiklerini söylediler. Moda’lı bir amca gelip “Dikemezsiniz!” ve “Heykeli kaldıramazsınız!” dedi. Hatta belediye görevlileri ona heykeltraşı burda dediklerinde “O da kaldıramaz!” dedi.

Güncel olaylar için de sokakta çalışmalarını bekleyelim mi?

Barış üzerine bir iş geliyor, bekleyin.

İskender Giray Röportajı hoşunuza gittiyse İstanbul’un başarılı kadın sokak sanatçılarından Gamze Yalçın Röportajı için buraya tıklayabilirsiniz. 🙂

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe