Viyanada Yapılacaklar – Sadece Çok Sevdiklerim!

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?


2015 yılı Temmuz ayında yedi günlük bir Viyana + Prag macerasına atıldık; aslında Prag kısmı “macera”ydı, Viyana kısmı (benim gibi biri için) o kadar sakin geçti ki, canım acımaya başladı sıkıntıdan. Eminim bu mimari harikası, süper fotojenik, her yerinden müzik, sanat ve tarih fışkıran şehrin sevilesi çok şeyi vardır. Meydanlarını, opera binasını, müzelerini bayılarak gezdim. Viyanada Yapılacaklar listemi sonuna kadar hatta aşarak yaptım. Ancak güneş batıp gece olunca sıfıra yakın gece hayatı, 11’de kapanan barları ve aşırı sakinliği nedeniyle kimyamız tam uyuşamadı Viyana ile. Bir de (umarım Viyana severler beni taşlamaz) mutfağı da benim damak zevkime çok uygun gelmedi.

Tamamen dürüst olmam gerekirse “Viyana’ya gideyim mi?” diye soran bir arkadaşıma; eğer klasik müzik ve opera aşığı değilse “Önce görmek istediğin şehirler listesindeki her yeri gez; en son” derim. Sizlere yalan söylemek istemem dostlar; birazcık hareket arıyorsanız Viyana çok uygun bir yer değil. Ama sakinliğe, kültüre, tarihe ,sanata ve kahveye doyayım diyorsanız tam sizlik. Bir de yaz olduğu için ben opera izleyemedim – şiddetle sezonunda gidin derim. “Viyana’nın en güzel şeyi nedir?” diye sorsanız çoğunluk size kahveleri, sanatı, mimarisi, müzikleri, Sacher Torte’si, Figlmüller schnitzeli diyecektir.

Ben inandığım ve benim için doğru olanı söyleyeceğim bence Prag’a gidişi. 🙂 Daha fazla söylenip içinizi şişirmeden “Viyana’da sevdiklerim” ve “iyi ki gördüm” ve “iyi ki yaptım” dediğim Viyanada yapılacaklar listemi sıralamaya başlıyorum. Yalnız bu liste tamamen benim keyif aldıklarımdan oluşuyor, fazlası ile subjektif. O nedenle aslında bir “top 10 görülmesi gerekenler” listesi değil (zira 7 madde var!) Daha çok “Zeynep’in Viyanada Yapılacaklar” listesi” tadında :).

Dünya Gözü ile Viyana Tarihi Şehir Merkezi’ni Görün

Viyana şehrinin tarihi Kelt’lere ve Roma dönemine kadar uzanıyor. Ortaçağ’da burada Barok tarzda ilk Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun temelleri atılmış. Bu durum Viyana’yı, Avrupa’nun müzik başkenti haline getirdi. Viyana’nın tarihi şehir merkezindeki binalar 19. yüzyıla kadar gidiyor ve çoğunlukla “klasik Viyana” tarzında. Ancak arada Barok tarzda şatolar, kiliseler ve bahçeler de var. Şehir merkezinde binaların ne kadar iyi korunduğuna, caddelerin genişliğine ve sokakların temizliğine hayret edebilirsiniz. Merkez olarak bahsedilen kısımlar çok geniş ve uzun uzun yürünüyor; ara sokaklara da gireceğim derseniz buraya yarım gününüzü ayırın. Henüz Opera Binası’na bile girmeden etrafta yürümekten bahsediyorum, aman dikkat. 🙂

Opera Binası’nı Rehberli Turla Gezmeniz Şart

Viyana’ya gittim ve opera sevmediğim için gezmedim burayı gibi bir açıklama kabul etmiyorum. Gezmeyenle bozuşuruz! Zaten “Wien Staatsoper“i gezmeyecekseniz ne diye geldiniz bu şehre? diye sorarlar. 🙂 Bu devasa ve ikonik binanın tarihi 1800’lerin sonlarına dayanıyor (1869) ve Neo-Rönesans tarzında; sırf bina üzerindeki ince işlemeler ve önündeki havuzları bile uzun uzun incelenesi bir yapı. Bir de İkinci Dünya Savaşı sırasında yarısı bombalanıp yıkıldı; ancak fark anlaşılmayacak şekilde 1945’te yeniden yapıldı. Ayrıca burayı sadece “opera binası” diye sınırlandırmak da büyük hata olur.

Yolu klasik müzikten geçenler için tam bir mabed burası. Kimler bu harika binada müzik yaptı derseniz, işte ufak bir liste; Gustav Mahler (naif ve romantik tarzda bestleri ile favorim), Herbert Von Karajan (Berlin Filarmoni Orkestrası’nı yönetti), efsanevi Richard Strauss, en en ama en iyi bale kareograflarından George Balanchine (Newyork City Ballet, Blanchine’in işlerine  anma & saygı niteliğindek bale gösterisini aylarca kapalı gişe oynadı – ben tanesi 90 dolara en en ücra tepe köşeden bilet bulmuştum vaktiyle) ve liste uzar gider.
Özetle sadece opera değil; müziğin başlangıcından beri müzik yapan, baleye dokunan en en önemli isimlerin yolu bu ikonik binadan geçti. En sevdiğiniz müzik türü ne olursa olsun bu binayı gezmek müzik ve baleyi çok daha yakından tanıyıp müteşekkir kalmak için şart.
Pazar günleri hariç günde iki defa (bir sabah, bir öğleden sonra olmak üzere) rehber eşliğinde İngilizce turlar oluyor. Bu turların saatlerini Opera Binası kapısına asıyorlar – mutlaka gidin.

Yukarıdaki resimlerde gördüğünüz alan sahne arkası alanı ve sahnenin görünen kısmının yaklaşık 9 katı! Tur genelde sahne arkasından başlıyor ki yapılan prodüksiyonun büyüklüğünü güzelce anlayalım. Buradaki düzenekler 200 metre kadar yukarı yükseliyor. Sahne dik dörtgen şeklinde pek çok parçaya bölünmüş ve esere ve dekor ihtiyacına göre lego gibi kullanılıyor.

Yukarıda gördüğünüz sahne perdesi altın kaplama ve ağırlığı 2 tona yakın ve opera binasında bulunan pek çok perdeden sadece biri! Rehberle gezdiğinizde bu tür detayları dinleme şansınız oluyor ve çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Tüm bu zenginlik ve ihtişam karşısına benim aklıma buranın yıllık bütçesini sormak geldi. Net rakam açıklanmamakla birlikte yılda 100 milyon euro’dan fazla olduğu söyleniyor.

Sahne arkası ve üstünden sonra seyircilerin salonlarını ve localarını geziyoruz sonra da birbirinden ihtişamlı katları, soyunma odalarını, şehre bakan panaromik terasları ve Kraliyet Çay Odası’nı. Evet, Avusturya monarşisi isterse gelip çay içebileceği ve zaman geçirebileceği bir süiti var bu binada.

Rathauspark (veya canınızın çekeceği herhangi bir parkta) Yatıp Yuvarlanmaca

Özellikle mevsimlerden bahar veya yazsa Viyana’nın parkları gerçekten de zamanın güneşe göre aktığı, saatlerle ölçülmediği kamu alanları. Örtünüz ve atıştırmalıklarınızla gidip ördekler, sincaplar eşliğinde güzelce piknik yapabilirsiniz. Gün batımına yakın ücretsiz Latin dansları veya yoga kurslarına da katılabilirsiniz. 🙂 Viyana parkları kesinlikle Viyanada Yapılacaklar listenizde üst sıralarda olmalı.

Bütün gün dolaştıktan sonra öğlen saatlerinde dışarıda yemek yemek için parklar gerçekten çok keyifli olabiliyor. Zaten yerelleri de iş ve okuldan öğle tatillerinde bol bol parklarda görebilirsiniz. Viyana’nın parklarına çok bayılınca araştırdım ve öğrendim ki bu büyük şehrin neredeyse yarısı (yani 200 kilometre kare) yeşil alanlara ayrılmış. Çoğu da halka açık parklar şeklinde. Neden yakın zamanda Viyana’nın “en yaşanabilir şehir” seçildiğini anlamaya başlıyorum az da olsa. Gene de ben daha kaotik yerlerde mutlu oluyorum, keşke hem yeşil ve hem kaotik olsa 🙂

Harika Kahve Kültürünün & Kahve Evlerinin Tadını Çıkarın

Viyana’da kahve kültürü ve “kahve evleri” yüz yıllar öncesine, taa 1683 yılına dayanıyor. Bu harika kültürün oluşması için bilmeden en büyük itici güç ise biz Türkler olmuşuz dostlar. Osmanlı ordusu Viyana kuşatmasından geri çekilince ordunun karargahında kalan kahve çekirdeklerini bulan Georg Franz Kolschitzky ilk “kahve evi”ni açmak için devlete başvurdu ve gerisi Viyana’nın harika kahve ve kahve evleri kültürü oldu.

Kahve Tarihi

1690’lardaki kahve evleri ile günümüzdekiler arasında pek çok özellik benzer kalmış durumda. Her zaman kahvenizle birlikte ücretsiz olarak bir bardak su geliyor, kağıt oyunları için iskambil kartları oluyor ve güncel dergi ve gazeteler kahve evlerinde bir demirbaş konumunda.

Ancak 1800’lere gelince yaşanan ekonomik krizler nedeniyle kahve çekirdeği fiyatları tavan yapınca Viyana’nın kahve evleri iflas etmemek için alkollü içkiler ve sıcak yemek de servis etmeye başlamışlar. Böylece ekonomik çalkantılı dönemleri atlatıp (iyi ki de) günümüze kadar gelebilmişler. Viyana kahve evleri o kadar sevilmiş ki zamanla Prag, Venedik, Zagreb gibi diğer Avrupa şehirlerinde de benzerleri açılmaya başlanmış. 1856 yılı itibariyle çok popüler olan bu mekanlar kadınlara da açılmış. Aşağıdaki resimde kadınları poh pohlayan tatlış bir dekorasyon detayı görebilirsiniz. 🙂

Lezzetli ve Bol Sağlıklı Yemekler 

Bol yağlı, bol domuz etli, bol patatesli ve az baharatlı Viyana mutfağı ile pek uyuşmayınca bu tatilimde “Önümüz Prag, orda nasılsa çoşarım” diyerekten kendimi sağlıklı yemeklere verdim. En fazla balık, salata, yeşil sebze ve meyve tükettiğim tatilim olmuş olabilir. Sıfır un yedim, çikolata dışında şeker almadım bünyeme o derece. 🙂 Çikolata, tatlı demişken beklentiniz bir Belçika kadar yüksek olmasın maalesef diye uyarmak isterim önden. (nerde o şampanyalı beyaz çikolatalu trüfler)

Mekan Önerilerim

Sağlıklı ve lezzetli beslenmek için iki farklı mekan & yemek önerim var sizlere. Birincisi şehir merkezindeki Medusa Restaurant – özellikle kalabalık grupsanız pizza, makarna, kırmızı et, balık, gurme menüler, salata gibi akla gelebilecek ve herkesin zevkine uyabilecek çeşitler var. Bir de dışarıdaki oturma alanı kocaman, yemeğinizi yerken sokaklardan da kopmamış oluyorsunuz. Ben burda bol bol somon, sebze ve ahtapot yedim. Bir de meraklıları için geyik eti de var burada.

İkinci önerim Clementine Restaurant  Palais Coburg’un  bahçesinde sera gibi üstü bol camlı dekore edilmiş bu restoranın yemekleri süper lezzetli ve bol bol sağlıklı seçenekleri vardı. Biz büyük bir grup olduğumuz için isteyen makarna, isteyen balık, isteyen salata, isteyen domuz eti yiyebildi. Bir de buranın salatalarında kullanılan zeytinyağına bayıldım. Akşamları gidecekleseniz erken gitmek ya da rezervasyon yaptırmak şart. Burayı yereller çok seviyor o nedenle genelde rezervasyon yaptırıp masalarını kapıyorlar.

Kaliteli Bira İçmek İçin – Viyana’nın En Küçük Irish Pub’ı Bockshorn

Ufak çapta da olsa bir “bira deneyimi” yaşamadan Viyana’dan gidecek değildim dostlar. Viyanada Yapılacaklar listemde “bira” olmadan düşünülemezdi.  Araştırmalarımız sonucu metrekarece Viyana’nın en küçük olan Irish Pub’ı Bockshorn’u bulduk. Craft bira çeşitleri maalesef yok ama cidden hayal edebileceğiniz en küçük bar. Maksimum 10 kişi alır o kadar küçük. 🙂 Bir de duvarlardan ve tavanlardan bol bol dekoratif objeler fışkırıyor. Tam bir klostrofobi cenneti 🙂

Genelde herkes Guiness içiyordu – hatta Guiness’lerini bardağa döküp yanına bir şişe Cola söylüyorlar. Guiness’i içtikçe bardağa cola ekliyorlar. Ben mide bulantısı ile bakabildim sadece. Freud’a karşı bir tabure kapıp kendimi vodka + gingerale’e verdim. 🙂

Sokak Sanatları Cenneti 

Eveeet, en sevdiğim Viyana aktivitesini sona sakladım. 🙂 Şehir merkezine iniyoruz, Hard Rock cafe’yi solumuza alıp nehre (evet coğrafya derslerinden hatırladığımız Tuna nehrine) doğru yürüyoruz. Kocaman caddeden karşıya geçiyoruz ve merdivenlerden iniyoruz. Karşımızda bu (afedersiniz) sıkıcı ve az renkli şehrin en renkli bölgesi var! Ortada Tuna nehri ile ayrılan 5-6 km’lik iki taraflı bir sokak sanatları galerisi. “Yoksa birden Berlin’e East Side Gallery’ye mi ışınlandım ben rabbim” demeden edemiyorum.

Viyana’da geçirdiğim dört günde buraya her gün iki defa gittim. Nehrin iki kenarını da detaylıca gezerek tamamladım; sayısız foto çektim. Hatta gündüzleri bir yandan çalışan bir kaç sokak sanatçısı da gördüm. Geceleri ile burası gençlerin toplanıp içme mekanı oluyor güneş batınca, o zaman da biranızı alıp gelebilirsiniz ayrı keyifli. Burdaki sanatçıları hala instagramdan takip ediyorum; Viyana’dan en büyük keyifim bu graffiti galerisi oldu dostlar. 🙂

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe