Sercan Badur Röportajı – “Kiminin Hayali, Ötekinin Hobisi”

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?

Sercan Badur’u ismen olmasa da yüzünü görünce tanımayan neredeyse yok. Sercan Badur Röportajı yapacağımı öğrendiğimden beri değişik sosyal çevrelerde test ediyorum, gerçekten de yok. Sercan’la ilgili insanlara ne düşündüklerini sorduğumda genelde çok yetenekli oyuncu ve çok samimi görünüyor ortak cevaplarını aldım.

Yeteneği konusunda hemfikir olduğumuz bu genç (evet daha sadece 25 yaşında; üstelik 10sayfa.com Kasım’15 sayısı için çekim yaptığımız gün girdi yeni yaşına) oyuncuyu senin de mutlaka detaylıca tanıman gerek. Neden? Çünkü kendisine takılan “şuursuz” lakabını sarıp sarmalayacak kadar kompleksiz, ikiz kardeşine “aynam” diyecek kadar sevgi dolu, 25 yaşında hayata dair kendi mottosunu yaratacak kadar olgun, ve  rollerine kampa girer gibi hazırlanacak kadar titiz, bir de deniz yataklarını patlacak kadar eğlenceli.

Kış mevsiminin kendini hissetirmeye başladığı bu Kasım gününde rahat bir yere kurul, eline sıcacık kahveni al, yavaşça dış dünyadan kop. Ve “Kiminin hayali, ötekinin hobisiymiş” diyen bu harika yeteneğe odaklan. Güzel vakit geçireceksin benden sana garanti.

fotograf: Ali İhsan Gülşener

edit: bu röportajı daha animasyonlu, süslü + süper foto çekim 10sayfa dergisinden şuradan okuyabilirsiniz – tık tık 🙂 

Sosyal medya hesaplarına yazdığın Nietzche’nin “Art is the proper task of life” sözü senin için ne anlatır? Yoksa vaktiyle oyuncu olma hayaline “hobi” diyenlere bir tepki midir?

Bir şeyi anlatmak veya tepki göstermek amaçlı değil de kendime edindiğim birkaç hayat felsefesinden biri diyelim. Gün içerisinde kendime bazı şeyleri hatırlatmayı seven biriyim. Bunlardan biri daha konservatuvarın ilk yılında asansörde karşılaştığım teyzelerin Mimar Sinan Üniversitesi’ni kazandığımı duyduklarındaki tepkiyle, bölümümü sorduklarındaki tepki farklılığından ortaya çıktı. Okulumu duyan herkes “Aferin” derken Tiyatro Bölümü dediğimde “Olsun yine de güzel” cevabını aldım genellikle. Evet benim hayalimdi oyuncu olmak ve o hayalime ulaştığımda baktım ki bir çok insan için sadece hobi olarak görülen bir şeymiş. Kısacası ‘Kiminin hayali, ötekinin hobisi’ymiş.

Nietzche’nin sözü ise okulun son senesine geçtiğimde Nietzche’yi araştırırken çıktı karşıma ve sadece hergün okumak istediğim cümlelerden biri oldu; Sanat yaşama has bir iştir.

“Hiç olmadık yerde, hiç olmadık davranışlarda bulunabilirim, bu sebeple Arkadaşlarım bana ‘şuursuz’ der” yorumunu biraz açabilir misin?
Ünivesitede çok sevdiğim bir hocamın bana taktığı bir lakaptı. Başta hoşuma gitmese de sonradan kabullenip şuursuz kelimesinin bana çok uyduğunu fark ettim. Hiç olmadık yerde, beklenmedik davranışlarda bulunmam bazen başıma iş açsa da kendimi şaşırtmayı seven biriyimdir. Törpülendiği sürece bu konuda sıkıntı yok bence (gülümsüyor).

Ekşi Sözlük’te bir yorum dikkatimi çekti. “Ünlü olmadan önce Bodrum’da bir otelde tanıştığım, değişik haber ve magazin sitelerinde resimlerini görünce şoke olduğum, otelde acayip eğlendiğimiz, turistlere terör saçtığımız, ‘Oğlum İstanbul’da kesin görüşüyoruz bak’ diye sözleştiğimiz oyuncu. Şişme yatakları patlatıp suçu çocukların üzerine attığımızı unutamam. 4 sene önceydi gerçi, çocuktuk. Şimdi gitsem tanımaz.” Şişme yatakları patlattığın doğru mudur? Hep böyle eğlenir misin?

Doğrudur (gülüyor)! Pek uslu bir çocukluk geçirdiğim söylenemez. Ben de bu yorumu daha önce okumuştum. Gerçekten kim olduğunu hatırlayamıyorum. Zaten şişme yatak patlatıp suçu çocukların üzerine attığımıza göre biz de çocukmuşuz demek ki. Hafıza konusunda çok iyi değilimdir ama bir gün karşılaşırsak o arkadaşla, “Gel bu sefer çocukları karıştırmadan yapalım yapacağımızı” diyebilirim (gülüyor).

“Benim aynamdır” dediğin bir ikiz kardeşin var. İkiz kardeşle büyümek nasıl bir duygu? Birlikte şişme yatak patlatır mısınız? Onunla veya onun üzerinden kendinle ilgili farkettiğin ve belki de seni çok şaşırtan şeyler oluyor mu?
İkizim gerçekten benim aynam. Bazen ona baktığımda kendimi görüyorum karşıdan. Böylece ben de karşıya nasıl göründüğümü daha net anlayabiliyorum. İkiz olmak nasıl bir duygu sorusunun cevabı yok bende. Çünkü ben tek olmanın duygusunu bilmiyorum (gülümsüyor). Bana değişik gelmiyor yani. Gözümü bu dünyaya canımdan, kanımdan, aynı DNA’ya sahip olduğum biriyle açtım. Kardeşim benim için başka bir şahıs başka bir kimlik değil. O benim için tıpkı BEN, benden olan başka bir beden gibi. Allah hiç bir zaman ayırmasın bizi. Onsuz bir yaşam düşünemiyorum.

Role hazırlanırken sana yardımcı oluyor mu? Kendini üçüncü bir gözden izlemek için onun tavsiyelerini alıyor musun?

Kardeşimin fikirlerine her zaman güvenirim. Bir senaryo geldiğinde ona danışır, fikirlerini merak edip önemserim fakat hiçbir role hazırlanırken yardım istemedim. Hazırlık sürecinde kendimle kalmayı tercih ederim.

Güllerin Savaşı’nda hipoksiya hastası Cihan rolüne hazırlanırken Londra’da bir üniversitenin psikoloji bölümünde 2 hafta kampa girdin, sonra da dönüp psikiyatrdan hipoksik hastaymış gibi terapi gördün. Bu detaylı hazırlık sürecinde seni en çok ne etkiledi?
O dönem benim için hergün kendime bir sürü şey kattığım bir dönemdi. Her şeyden önce yaşayış biçimimizi sorgulayıp kendime ve çevreme ister istemez kızgınlık başlamıştı. Engelli birine empati yapmaya başlayınca kendime ilk sorduğum soru “Engel nedir?” oldu. Engellilere karşı duyarlılığımızın çok düşük olduğunu düşünüyorum. Görmüyoruz, duymuyoruz, konuşmuyoruz… Bu durumda asıl engelin bizlerde olduğunu düşünüyorum. Kısacası o dönem benim icin kendi engellerimi kaldırdığım bir dönem oldu. Onları anlayıp, onların gözünden dünyaya bakmak, Allah’a şükredip kendime daha engelsiz bir dünya yaratmama vesile oldu.

Nereden aklına geldi Cihan rolüne çalışmak için bu tarz bir kampa girmek. “Dünyada çok büyük oyuncular böyle yapıyor, ben de yapmalıyım” gibi bir düşüncen var mıydı?
Aklıma geldi çünkü ihtiyacım vardı. Ekrana yanlış bilgilerle çıkamazdım. Beni izleyen yüzlerce hipoksi hastası insandan “Ben böyle değilim” diye mail almak, kendi fişimi çekmekle aynı şey olurdu. Bu benim mesleğim ve bunu en doğru şekilde yapabilmek için her şeyi yaparım. Her zaman oynayacağımız karakterler için yardıma, desteğe ihtiyaç duyabiliriz. Ama bunu içimden geldiği sürece yaparım, başkaları yaptığı için değil.

Sana bir senaryo geldi ve Cihan karakteri için görüşmek istiyoruz dendi… Psikolojik rahatsızlığı olan bir karakteri oynama fikri gündeme ilk geldiğinde aklından ne geçti? Biraz korktucu muydu yoksa heyecanlı mı?

Çok heyecanlandım tabii ki. Daha önce hiç duymadığım bir hastalık vardı ortada ve ben bir kaç ay içinde o hastalığa sahip bir karakterle ekranlara çıkacaktım. Her şeyden önce bu hayal ürünü bir hastalık değil. Bu hastalığa sahip bir çok kişinin beni ekranda izleyeceğini biliyor olmak inanın insanın kendisinde kusursuz olma isteği yaratıyor. Yani hata yapma şansım yoktu o yüzden hastalık adına edinceğim ilk bilgilerin en doğru yerden olmasını istedim. Bu süreç içerisinde hipoksi şok yaşamış herhangi biriyle de tanışıp, gözlem yapmadım. Kendi hastalığımı kendim yaratmak ve yaşatmak istedim. Aksi taktirde yapacağım gözlemlerin beni taklide itmesinden korkuyordum. Bu süreç için hayatımın en heyecanlı dönemi diyebilirim.

Cihan rolünde seni en çok etkileyen, kendinle gurur duyduğun sahne hangisi?

Gurur duymak çok iddialı bir söz ama Cihan adına çok doğru yazılmış ve benim de en keyif aldığım bölüm sezon finaliydi. Gülru’ya veda ettiği sahne aslında intihar ettiğim sahneden daha önemlidir benim için. Çünkü 1 yıl boyunca bütün motivasyonumu Cihan’ın Gülru’ya olan obsesifliğinden alıp oynuyordum. Ve Sercan olarak Cihan’nın Gülru’ya “Git” dediği sahne benim için en önemli sahnelerden biriydi.

Cihan rolünün başarısından sonra seninle iletişime geçen hastalar oldu mu?

Çok fazla oldu. Her aldığım mesaj da beni çok motive etti. Hepsi benim için çok özel mesajlar ama özellikle annelerden aldığım mesajların yerini hiçbir şey tutamaz. Onların bana yazdığı o güzel mesajların adına yapımcımız Fatih Aksoy ‘a bana güvendiği için, bana böyle bir rol teslim ettiği için minnettarlığımı dile getirdim.

Cihan’dan veya önceki boyutlu rollerinden günlük yaşantına kalan şeyler var mı? Yoksa o roldü, oynadın, “Kestik” dendi ve o karakter senin için orada bitti mi?

Karaktere hazırlanırken günlük yaşantımda olaylara karşı hep empati yaparım ama bu bir süreçtir. Karakteri oturtana kadar devam eder. Oynadığımız role inanmalıyız fakat yaptığımız işin de oyunculuk olduğunu unutmamalıyız. Ben rolle kurduğum ilişkiyi her daim devam ettiririm ama duygumu yönetmen “Kestik” dediği anda bırakan bir oyuncuyum. Aksi taktirde bu psikolojiyi setten eve taşırsak ruhsal sıkıntılar yaşanabileceğini düşünüyorum.

Bu yıl Ocak ayında “Ferzan Özpetek duysun sesimi” demiştin, duydu mu?

Tabii bu cümlemdeki alt metin “Bir Ferzan Özpetek filminde oynamayı çok istiyorum” anlamındaydı (gülümsüyor). Henüz kendisiyle herhangi bir film için görüşmemiz olmadı. Diğer taraftan çektikleri filmleri hayranlıkla izlediğim tüm yönetmenlerle çalışmayı ya da text’lerini heyecanla okuduğum tüm senaristlerin projelerinde yer almayı isterim.

Önünde seni bekleyen yeni projeler var mı? Veya belki de senin “Keşke olsa” dediğin türde projeler?

 Şuan senaryosunu okuduğum birkaç sinema projesi var fakat dizi yaparken başka bir projede rol almak gerçekten çok zor. Bu sebebten dolayı ikinci bir projeyi düşünürken çok titiz davranmak zorunda kalıyoruz. Şu anlık gündemimde sadece dizi var ve ikinci sezonla birlikte değişen karakterime odaklandım. İnşallah yazın güzel bir sinema filmiyle beyaz perdede olmayı çok istiyorum.

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe