Turbo Tunç Dindaş Röportajı – Türkiye’de hiphop kültürü ve graffiti denince akla tartışmasız ilk gelen isim. Çoğumuz onu 2014 Ekim ayındaki Pera Müzesi Duvar Sanatı Sokakların Dili Sergisi’nden ve Türkiye’nin çeşitli köşelerindeki graffitilerinden ve çizdiği eğlenceli canavar karakterlerinden tanıyoruz. Ancak bu bildiklerimiz buz dağının görünen kısmı bile değil. Ekşisözlük’te 2003 yılında yazılan bir yazı, Turbo’yu en iyi şekilde özetliyor; “Türkiye’deki hiphop kültürünün gelişmesinde en büyük faktör olan 100 kiloluk kaliteli insan”.
Hiphop kültürünün rap, DJ’lik, graffiti ve break dance elementlerinin hepsi ile bir şekilde profesyonel olarak uğraşmış. Kısaca özetlemeye çalışırsam; 1985’ten beri graffiti yapıyor ve Türkiye’nin ilk graffiti sanatçılarından. Pek çok karma ve bireysel sergide graffitileri ile yer aldı. Blue Jean dergisinde, henüz internet ve underground CD’lere erişim olmadığı yıllarda hiphop köşesinde yazılar yazdı.
Rap müzikle uğraştı, Türkçe rap gruplarından oluşan toplama albüm hazırladı. Çok ciddi bir plak koleksiyoneri; Bebek’teki 90m2lik evinde 6000’den fazla plak barındırıyor. Graffiti üzerine iki adet kitap yazdı, üçüncüsü yolda. Ayrıca uzun yıllar televizyonculuk ve reklam yönetmenliği kariyerini de bir yandan başarı ile sürdürdü.
Söyleşinin sürprizini daha fazla kaçırmadan sizi Turbo ile başbaşa bırakıyorum. Ancak ufak kişisel bir not iliştirmezsem de çatlarım: Şu ana kadar hazırladığım yazılar, dosyalar ve söyleşilerin hiç birinde recorder’ı kapadıktan sonra üç saat oturup, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan sohbet edip, çok şey öğrendiğim biri olmamıştı. Zaten bu röportajdan sonra da çok aradım, çok darladım 🙂
Yaptığın işi nasıl tanımlarsın?
Graffiticiyim. Bana boş duvar verip bir şey yap dersen graffiti yaparım.
Kaligrafik değeri olan, kendi stilimde graffitiler yapmayı seviyorum.
Çocukluğumdan beri resim yeteneğim vardı. Ayrıca çeşitli eğlenceli karakterleri çizmeyi de çok seviyorum.
Graffiti tipografik değil kaligrafik bir iş. Graffitiler aslında imza niteliğindeki marker kalem ile yapılan taglerin büyükleri gibi.
Nasıl graffiti sanatçısı oldun? Hangi aşamalardan geçtin? Kariyerin tam anlamıyla Türkiye graffiti tarihi aslında. Bizi aydınlatabilir misin?
1983’te (sen dahil bir çoğunuz henüz yokken) babam müzisyen olduğu için eve breakdance plakları gelirdi. O dönemde hiphop dinleyip breakdance yapmaya başladım. O plakların üzerinde ilk graffitiyi gördüm. Zaten çocukluğumdan beri resim çizmekten hoşlanan bir çocuktum. Anneme beni sorduğunuzda, eline kağıt kalem verin, yaramazlık yapmadan bütün gün takılır derdi. Break dance albümlerinde gördüğüm graffitileri kağıtlara çizmeye başladım.
1985 gibi Beat Street filmini izledim ve graffitinin ne olduğunu anladım. Gece sokakta ve kaçak yapıldığını, sprey boyalarla çizildiğini anladım. Ben de bunu yapabilirim dedim.
Sprey boya arayışına başlayıp büyük bir hüsranla karşılaştım. Çünkü ’85 yılında sadece buzdolabı boyamaya yarayan, beyaz renkte bir sprey boya vardı. Başka hiç bir renk yoktu. Beyaz renkle kendi kendime ilk çalışmalarıma başladım. Bir ya da iki yıl içinde siyah ve kırmızı sprey de çıktı. O zamanlar sprey boyayı nalburlardan alırdım, Levis ve Kraylon markaları ilk çıkanlardandı. Sprey boya bulabildikçe ben daha renkli çalışmalar yapabilir hale geldim.
Ancak 1989’da graffiti yaparken yakalandım. Devlet malına zarar ve duvara slogan yazmaktan bir senelik hapis cezası aldım. Sicilim temizdi, ve 18 yaşından küçük olduğum için iyi halden para cezasına çevrildi. O dönemlerde Türkiye’de graffitici yok tabi. Yurtdışından gelen Türkler arada gelip tek tük graffiti yapıyorlardı.
Graffitinin asıl çıkış noktası Cartel’in gelmesi ve Türk hiphop kültürünün oluşması ile oldu. 1997’de Blue Jean’de hiphop kültürü ile ilgili yazmaya başladım.Graffiti ortamlarının asıl hareketlenmesi 2002 civarında başladı.
Düzenli iş olarak 1994-2004 yılları arasında Show TV’de çalıştım. 2004’ten beri de reklam yöneticisiyim. Geçinmek için çalışmak zorundasın, graffiti sanatçısı olmak yetmiyor.
2005 yılında İstanbul bianelinden davet aldım. Bianele katılınca graffitinin sanat boyutunun daha iyi farkına vardım. Bianelde sergi açınca Hafriyat ekibinden karma sergi fikri geldi ve açtık. Daha sonra Sanatoryum ekibi ile tanışıp onların kadrosuna girdim. Sokak sanatçısıyım ve sanat eğitimi almadım. Sanat tarihi eğitimim olmadığı için zorlanır mıyım diye endişelerim vardı. Sanatoryum ekibi sanat senin içindedir, okul önemli değil diyerek beni motive etti. Takibinde kişisel sergiler, festivaller, yurtdışı sergi ve festivalleri geldi. Özetle, graffitinin “sanat” olarak algılanmaya başlanıp sergi ve festival türü işlere girmem 2005 yılından sonra oldu. En son da bildiğiniz gibi Pera Müzesi’ndeki Sokakların Dili Sergisi’nde yer aldım.
Türkiye’de hiphop kültürü ve graffiti kültürü nasıl oluştu? Hangi aşamalardan geçti?
Hiphop 1970’lerin sonunda Amerika’da başlıyor. Bizim “funk müzik” olarak bildiğimiz James Brown, Fred Wesley, Bob James gibi müzisyenlerin parçalarında aksak “break” dediğimiz kısımlar var. O kısımlarda insanların çoştuğunu gören DJ’ler, partilerinde sadece o kısımları çalmaya başlıyor. Funk parçaların o kısımları çalınmaya başlanıyor. 1970’lerde bizim tekelerme kültürü gibi “spoken words” denen bir kavram var. Kafiyeli, insanları çoşturan bu metod kullanılıyor. Buradan da rap müzik doğuyor. Break müzikle break dance ve B-boy kültürü ortaya çıkıyor. 1970’lerin sonunda graffiticiler çıkmaya başlıyor.
O dönemlerde sokak kavgaları ve çete savaşları çok fazla oluyor. Gençler birbirine zarar verip öldürüyor. Africa Bambaata adlı bir sanatçı gençlere “yeteneklerinizle savaşın” diyor. Hiphop kültürünün 4 ana elementi olan; rap break dans, graffiti ve DJ’likte yarışın diyor. Hiphop kültürünün 4 alt kültürünü bir araya getirince 1980’lerde hiphop kültürü ortaya çıkmış oluyor.
Hiphop, aslında öteki müzik tarzları ile kıyaslanmamalı. Mesela heavy metal bir müzik türü, çünkü sadece müzik. Rap de dansı, müziği, graffitisi olan müzikten daha fazlasını öneren bir kültür. Hiphop müzik diye birşey yoktur. Rap müzik vardır, hiphop bir kültürdür.
Şu anda Türkiye’de kaç graffiti sanatçısı var?
Türkiye’nin her yerinde var artık. Sadece İstanbul, İzmir, Ankara değil daha küçük şehirlerde de var artık. Denizli, Samsun, Diyarbakır, Çankırı gibi…
Türkiye genelinde 150 graffitici var; ”street art”çıları da eklersen 300 kişi çıkar.
Kariyerinde hem bir işte çalışıp hem de graffiti sanatçılığı yaptın. Şu anda tam zamanlı graffiti artist olarak geçinmek mümkün mü?
Mümkün değil. Eski dönemlere göre graffiti başına aldığımız ücretler çok düştü. Çok fazla graffiti sanatçısı var. İşi yaptıracak bazı kesim iş kalitesine ve yapacak kişiye bakmadan en uygun teklifi kabul ediyor.
Benim televizyonda çalışırken 2 iş günü tatilim vardı; o nedenle graffiti yapacak zamanım vardı. Bir de akşam 6’da işe gidip gece 1 gibi çıkıyordum. 2004 gibi daha esnek çalışma saatleri ve daha yaratıcı işler yapmak için “freelance” olarak reklam sektörüne geçtim.
“Sokak” kelimesi senin için ne ifade eder?
Sokak bizim at koşturduğumuz yer aslında. Galerimiz, oyun alanımız, arkadaşlarla buluştuğumuz, birşeyleri ilk denediğimiz, kovalandığımız, kavga ettiğimiz yerler.
İllegal boyadığım dönemde favori semtim Bakırköy civarında şimdiki A-Plus AVM’nin yanında bir köprü altı vardı, tüm dünyamız orasıydı.
Polis ile başın hiç derde girdi mi?
Tabii ki!
1980’lerde graffiti yaparken ne yaparsam yapayım politik algılanıyordu. “Turbo” yazdığımda bile çekiç-orak olarak gören insanlar vardı.
Güncel ve eğlenceli bir kaç anımı anlatayım. Geçenlerde biz boyarken polis araba ile yanımızdan geçip telsizden “kolay gelsin” diye anons yaptı.
Bir defasında bir polis yanımızda durup cep telefonundan graffiti resimleri göstermeye başladı. Gösterdiği graffitiler bizim arkadaşa ait çıktı.
Polisin yaşı gençleştiği için artık polisler graffiti yapanları politik suçlu olarak görmüyor, hiphopçu gençler olarak görüyor.
Belediye ile ilgili anlatmak istediğin anıların var mı?
Silivri Belediyesi ile bir anım var. Belediye başkanın basın danışmanı arkadaşım. Bizi bir alt geçidi boyamak için çağırdı. Graffiti yapmamız için boyalar almış, bizi de araba ile İstanbul’dan aldırttı. Silivri’ye gidip alt geçidi boyadık. Normalde racon gereği kalan boyalar alınır. Ancak belediye işi olduğu için tutanaklara geçer, bir sorun olur diye biz bıraktık.
İstanbul’a döndükten sonra tekrar aradılar; kalan boyalarla sahildeki elektrik trafosunu boyamam için çağırdılar. Alt geçit ve trafo için basın bülteni hazırlayıp basına dağıtmışlar. Bir kaç gazatede haber olarak çıktı. TRT Haber de haber bültenine haber olarak eklemek istedi. Belediye başkanı ile haber çekimi için tekrar Silivri’ye gittim. Bana bir duvar verdiler; bir daha boyadım. TRT ekibi ve belediye başkanı ile röportaj yaptık haber için. Bu olaydan sonra belediye başkanı Silivri’de istediğim yeri legal olarak boyamama izin verdi. Silivri artık benim serbest bölgem
Çevrenin tepkisi ile ilgili anlatmak istediğin anıların var mı?
Özellikle daha küçük şehirlerde boyamak daha çok hoşuma gidiyor.
Muğla’da komik bir anım var. İlk gittiğimde, 2003 yılında bir graffiti yapmıştım. Daha sonraki sene gittiğimde yanına graffiti yapmak için astarı boyama başladım. Karşı evden bir adam çıkıp ”hoop napıyorsun?” diyerek yanıma geldi. ”Resim yapacağım.” dedim. Geçen yıl yaptığımı gösterip, ”onu sakın silme” dedi. ”Onu da ben yaptım yenisini yapacağım.” dedim, tamam diyip eve girdi. Ben astarı yaptım, işe başlarken bir baktım elinde tepsi çay ve börekle geliverdi
Nelerden ilham alırsın?
Resimli roman ve plak koleksiyoncusuyum. Eski görseller çok hoşuma gider. İstanbul benim en büyük ilham kaynağımdır. Sergilerimdeki işlerimde de İstanbul teması çok fazla vardır.
Tarzıma katabileceğim birşeyler gördüğümde muhakkak tarzıma katarım.
Tag’in nereden geliyor?
“Turbo” taginin hikayesi şöyle; 83 yapımı bir break dance filminde “Turbo” break dansçı bir çocuğun adı. Filmde çok iyi dans ettiği için mahalle arkadaşları Turbo diyor. Ayrıca evrensel bir kelime. Mısır’da da Turbo, Magadascar’da da.
”Crew’’in nedir? Üyeleri kimlerdir?
S2K: shot 2 kill
Seçme nedenlerimizden biri, ”duvara o kadar odaklandık ki artık mermi tabancadan çıktı.” mesajını vermek.
1980’lerde adımız ZBP (Zombie Boys Posse) iydi. Ancak sondaki “P” harfi ; politik bir parti gibi algılandığı için adımızı değiştirdik.
Parti olarak algılanmamak için grup adımız içine bir sayı koyalım dedik. İki harfi kaligrafik olarak çok estetik ve güzel geldi. 2’den ne bulalım diye yola çıkarak shot to kill’i bulduk.
Ekibimiz İstanbul’da 3 kişi; ben (Turbo), Wyne, Omeria
Almanya’da 3 kişi; Hakim, Birth, Bud
Bulgaristan’da 1 kişi; Shione
İsviçre’de 1 kişi; Desan21
Japonya’da 1 kişi; Sato
Tüm ekip üyeleri yaptıkları parça ve taglerin bir köşesine mutlaka S2K yazarlar.
Ekibimiz doğal bir süreçle oluşuyor, dostluk esasına dayalı. Herkes grubun mantığını çözmüş halde. Uyum sağlayabilecek, ismimizi güzel taşıyabilecek güzel insanları grubumuza alıyoruz.
Türkiye’de grup mantığı biraz da arkadaşlık grubu gibi. Amerika’da daha iş gibi bakıp farklı ülkelerde de grup isimleri yazılsın diye insanları alabiliyorlar.
Bir graffiti artist olarak en büyük hayalin nedir?
Boğaziçi Köprüsü’nün bacaklarını ve boğaz vapurlarını boyamak.
İstanbul Kültür Başkenti için iki projem vardı. Biri çöp kamyonlarını gezen graffiti sergisi yapmaktı; diğeri de vapur boyamaktı. Ancak projeler hayata geçmedi.
Pera Müzesi Sokakların Dili Sergisi sayesinde Beşiktaş Belediyesi ile kamyon fikrimi iki adet kamyonda gerçekleştirdik. İki adet çöp kamyonu boyandı, şu anda geziyorlar.
Sketchbook’undan resimler paylaşabilir misin?
Tabi ki
Çizimlerimi freestyle yaptığım da çok oluyor önceden çizdiğim de oluyor.
Genelde 4-5 çizim siyah beyaz çizip yapıp, duvara geçince o işlerin harmanı bir çalışma çizerim.
Çizim yaparken renklere karar vermeyi de sevmem. Yanımda her renkten bulundurup ruh halime göre renklendiririm.
Çizim ile duvar birebir aynı çıkmaz zaten. Deftere çizerken bilekle, duvarda omuzla çizim oluyor.