Paris’i Çok Sevme Nedeni : Amelie Filmi Çekim Lokasyonları

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?

Amélie Poulain. Dairesinin banyosunda bulduğu ufak oyuncak kutusu ile başlayan macerası ile hayatımın filmi ve ana karakteri oldu. Genç yaşında her şeye dair merakı, tuhaf bir şekilde bilgeliği ve yaratıcılığı ile bana hayatta neler önemlidir neler değildir net net net gösterdi. Hala ne zaman özel bir gün olsa (doğum günü, yıl dönümü vb) veya ne zaman hayatta yönümü şaşırmış ve kaybolmuş hissetsem salondaki TV başına gider, yerde oturup bağdaş kurar ve bu kült filmi izlerim. Amélie Poulain bana her defasında “Hayatı hakkını vererek ve korkmadan yaşa!!” der ve içimi ilhamla doldurup beni gerçek hayata gönderir. İlk defa lisede izlediğim bu harika filmi, üniversitede, iş hayatında, iyi ve kötü zamanlarda izlemelere doyamadım. Paris şehrini bu kadar sevmemin nedeni şüphesiz ki Amelie. Biliyorum. O zaman Amelie-sever dostlarımı daha fazla bekletmeden konuya giriyorum: Amelie Filmi Çekim Lokasyonları.

1)Notre Dame de Paris Katedrali

Amelie daha ufacık bir çocukken annesi ile her yıl Notre Dame de Paris Katedrali’ne gider ve dilek mumu yakardı. Dileği neydi? Bir kardeşi olması. Ancak annesi ile katedralden ayrılırken Kanadalı bir turist katedralin terasından atlayıp annesinin üzerine düştü. Amelie’nin annesi oracıkta hayata veda etti. Senaryo gereği biraz abartı da olsa, katedrali ziyaret etmek ve mum dikmek isteyenleri ilk iş bu noktaya alalım.

2)Café des Deux Moulins 

Amélie’nin garson olarak çalıştığı, filmdeki pek çok sahne ve karakteri barındıran bu cafe çok şükür ki gerçek! Adı da Café des Deux Moulins. Türkçe anlamı “İki Değirmen Cafe” oluyor. Amélie’nin günün yemeklerini yazdığı cam, kahve yaptığı makine, kullandığı telefon… hepsi de gerçek ve karşınızda duruyor. Montmarte semtinde yer alan bu tatlı cafe, filmden sonra aşırı ünlü olduğu için menüsünde Amélie’nin tatlısı, kahvesi vb turistik şeyler mevcut. Ama olsundu, kahramanımız buralarda bulunmuştu. Aynı ortamda durup havayı solumak için gidilirdi.

3)Rue Lepic

Café des Deux Moulins’in de yer aldığı cadde olan Rue Lepic, filmde Amelie’nin her gün işe yürüdüğü cadde. Filimin çekildiği 2000’lerin başından bugüne biraz değişmekle birlikte bazı şeyler aynı kalmış. Bu caddeyi en iyi iyi hatırlayacağımız sahne: Amelie’nin kör amcayı karşıdan karşıya geçirirken, tüm caddeyi, ortamı, insanları, kasabı ve et fiyatlarını detaylıca anlattığı sahneydi. Sonunda adam gökyüzüne bakıp ışık görmüştü. İşte o cadde Rue Lepic. Bunun bilincinde gezince baya keyifli. Ve evet, kasap yerinde duruyor!

4)Canal Saint – Martin

Amélie’nin izin günlerinde sabah erken saatte gidip taş sektirdiği kanallar burada. Kenarında serinlemek için piknik yapılan bu kanalların Paris merkezde olması bana çok değişik geldi. Hayalinizde Amsterdam tarzı kanallar değil de, daha geniş ve havuz tipi kanallar canlansın derim. Bu arada kanallara kadar gelmişken Saint Martin semtinin galerisi, üçüncü dalga kahvecisi bol hipster ve yürüyerek gezmesi çok keyifli bir semt olduğunu da ekleyeyim.

5) Dare de L’Est 

Amélie’nin photomaton’larda çekildikten sonra beğenilmeyip atılan fotolardan albüm yapan weirdo’lar başkanı Nino ile tanışmasına sebep mekandayız. Ancak dürüst olmam gerekirse burası baya yoğun bir metro durağı. Yani yolunuzun üstü değilse ille de gitmeliyim diye kendinize hayatı dar etmeyin derim. Herhangi bir metro durağından farkı yok. Gene de sahnelerin buralarda çekildiğini düşünüp hayal kurmak keyifli..

6)Sacré-Coeur

Amélie’nin, Nino’ya çizdiği mavi oklar ve Nino’nun onları takip edişini ilk gördüğüm an dün gibi gözümde. İşte o oklar Sacre Coeur kilisesine çıkan basamaklara çizilmişti. Burayı ziyaret ettiğimde bu sahnenin baya ütopik olduğunu anlamam beş saniye sürmüştü. Bu kalabalıkta yere ne ok çizilir, ne de birisi o okları takip edebilir. Ama olsun. Hayatta ve sanatta her şey de gerçekçi olmayıversin. Sacre Coeur’a kadar gelmişken en alttaki atlı karıncaya binmeden dönmeyin benim için! =)

7)Maisan Collignon Manavı

Filmde Amélie’nin evinin yakınlarında Mösyö Collignon’un manavı vardı. Kötü kalpli bu manav amca yanındaki yardımıcısı Lucien’i hep azarlardı. Amelie de kendisi ile aynı apartmanda yaşayan adamın anahtarını şans eseri bulup evinde “ufak düzeltmeler” yapmıştı. Neyse efendim, o manav gerçekte de var. Filmden önce adı “Chez Ali” olan manav, filmden sonra adını “Maison Collignon” olarak değiştirmiş. Meraklıları için aşağıya adresini bırakıyorum..

Google Maps’ten Bakmalık Adres: 18. Bölge’de 56, rue des Trois Frères

Şimdi söz sizde.. Buraya kadar tek madde, tek cümle atlamadan okuduysanız… tebrikler siz de azılı bir Amelie hayranısınız. Paris’e gidip Amelie’nin izinde gezme konusunda ciddi düşünüyorsunuz…Ne dersiniz? Yakında gitme planı olanlar kimler? En çok hangi noktaya gitmek istersiniz? Mutlaka yorum bırakın.. =) 

ps: Amelie’nin izinde nereleri gezdim, son Paris gezimde nerelere gittim, hangi mekanları keşfettim, Disneyland’da nasıl bayıldım (kdfjldf #truestory) şöyle bir bakmak isteyenleri profilime sabitlediğim insta story’lerime beklerim. instagram: zeyneppcans

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

1 Comment

  1. OE
    Kasım 24, 2018 / 1:13 pm

    Vizyona girişinden yıllar sonra izlediğim ve ben o zamanlar neler yapıyormuşum da bu filmi izlememişim, Allah beni nasıl biliyorsa öyle yapsın dediğim filmler var hayatımda. Hani izlersin, aynı zamanda o yıllar gözünün önüne gelir ve bir nostalji patlaması gelir arkasından derken tatlı tatlı hüzünlenirsin ya, işte o filmler arasında ilk sıradadır “Le fabuleux destin d’amelie Poulain” benim için.
    Amelie’ nin her küçüklük sahnesi, kendi çocukluğumu hatırlatır bu yüzden bana. Parmağımdan yediğim çilekler, bulaşık deterjanlı sudan çıkardığım baloncuklar, oynamaya çıkamadığım o kapalı ve yağmurlu havalarda camın arkasından, yağmur damlaların camdan süzülüşü ile birlikte izlediğim yolda yürüyen insanlar … Karakteri, duygusallığı, merhameti ve sakinliği de farklı şeyler farklı bir insanı hatırlatır bana.
    Yalnız kalıp anılarıyla yüzleşmek ve keyifli bir hüzün zamanı yaşamak ister ya insan, işte bu zamanların bir çoğunu bu film ile geçirmişimdir. Onu, İzmit’ in yağmurlu ve dar sokaklarından birisinde, “CAFÉ DES DEUX MOULİNS” vari bir kafede görüp aşık olduğum ve ömrümüzün sonuna kadar birlikte yaşadığımız bir hayatı yaşarım filmi her izlediğimde. Ve keşke bu kadar sakin olsa hayat. İşimi, ilişkilerimi, sorumluluklarımı bu kadar basite indirgeyebilseydim keşke hayatımda.. Sanırım daha mutlu olmayı gerçekten başarabilirdim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe