Kelimeler ve onlarla cümleler, paragraflar, yazılar oluşturmak benim için hep çok doğal ve önemli oldu. Hatta çok uzun süre herkesin benim gibi günün belli zamanlarında bir kenara çekilip yazılar yazdığına inanmıştım. Konuşmak gibi bir anda değil de düşünerek, kelimeleri özenle seçerek kendini ifade etmek, içine birikenleri yazıya dökmek bana hep doğal ve insanı bir ihtiyaç gibi geldi. Kitapları, yazılı metinleri her zaman filmlerden, görsellerden çok sevdim. Çocukken boş defterler (çizgisiz, karesiz dümdüz olacak) ve ajandalar beni oyuncaklardan daha çok heyecanlandırırdı. Her türlü okul – iş vb defterimin arkalarını, boş kalmış sayfalarını kendime kısa kısa notlarda doldurdum. Zaman geçince bu notları bulmak ve geçmişteki kendimle konuşmak hep çok iyi geldi.
Bir kaç ay önce ana karakterin kendi vücuduna pek çok kelimeyi sivri cisimlerle, iz bırakacak şekilde kazıdığı bir kitap okudum. (Sharp Objects.. evet dizisi de var… izlemeyeceğim tabii ki de.. kitap süperdi bana yetti 🙂 ) Bu kitap ve karakter beni çok içine çekti. Ve tuhaf bir şekilde kendime yakınsadım. Düşünmeden edemedim.. benim de vücudumda üç dövmem var. Üçü de yazı, hiç biri çizim değil. Tesadüf mü? Bence hayır. İş hayatında hoş karşılanmadığını farkettiğim için yıllar önce durdurduğum elimin dışına şifreli not alma huyum var. Yapılacaklar listeme veya o gün hatırlamak istediklerime sol elime bakarak ulaşabiliyordum.
Kendimi sakinleştirme ve tepkilerimi kontrol etme yöntemim de çok ilginç ve kelimelerle alakadar. Çok sinirlendiğimde veya üzüldüğümde… ani bir tepki vermeden önce genellikle karşımdakinin son söylediği cümle içinden çok nötr bir kelime seçerim. “Mesela”, “gibi”, “çok”, “ama” , “aslında” vb vb… Tepki vermeden harfleri yavaşça içimden tekrar ederim. (..Me -E – Se- E- Le – A..) O sırada tansiyonum yükselip kulaklarım sinirden uğuldasa bile bu bir kaç saniyelik, kısa egzersiz tepkimi her zaman hafifletir. Ağzımdan çıkacak kelimeleri yumuşatır. Hatta bazen bu bir kaç saniyelik heceleme molası o kadar etkili olur ki.. cevap bile vermeme gerek kalmaz!
Kelimeler çok özeller ve güçlüler. Bu gerçeği konuşmaya, düşünmeye başladığım günden beri içgüdüsel olarak biliyordum. Ama içimde hissettiğim kadar net, güçlü ve layığı ile ifade edemiyordum. Hatta bu konuda yazı yazmayı çok uzun süredir çok isteyip daha ilk kelimeyi bile yazmadan vazgeçtim hep. Henüz hazır değildim. Sonra kendimle konuşurken, düşünürken kullandığım kelimelere çok dikkat ettiğim bir döneme girdim. Ki bu uygulaması çok zor bir pratik. Sık sık hata yapmayı, çukurlara düşüp yeniden düzlüğe çıkmayı içeriyor. Kendime karşı kullandığım kelimelere dikkat ettim çünkü yakında hayatımıza katılmasını dört gözle beklediğim biri var. Onunla en doğru, en yapıcı, en kalpten iletişimi kurmak hayatımda birinci öncelik. Bunun yolu da bir noktada kelimelerden geçiyor.
Öğrenci sonunda eğitime ve pratiğe hazırdı… öğretmen(ler) de çok geçmeden belirdiler. Kelimelerin gerçekten güçleri olduğunu kanıtlayan bilimsel açıklamalar, kitaplar, harika hayatlar yaşayan ve hepimize ilham olan insanlarlardan kelimeler üzerine sözler, podcast’ler, yazılar hepsi de bir bir önüme düştüler. Bir kaç ay onları biriktirdim.. üzerlerine yatıp uyudum, çok düşündüm ve bazılarını ezberledim. Teorik çalışmalara ek olarak her gün aynada kelimelerimi seçerek kendimle konuşma pratiği de denedim. Özellikle güncel olaylar ışığında bu pratiği sürdürmek çok zor olsa da inat ettim. Bu egzersizi her yaptığıma başladığım ruh halimden ve enerjimden biraz olsun ileri gittiğimi görüp şükrettim.
Hayatta her konuda hepimize ilham veren, hayatı okullarda ders olarak okutulası, güneş gibi parlayan kadın Maya Angelou da kelimeler ve önemi konusunda haksız olamaz. Kelimeler üzerine: “Kelimelerin somut şeyler olduğuna ikna oldum. İleride bir gün kelimelerin gücünü ölçebileceğiz. Evinizde kullandığınız kelimelere dikkat edin. Çünkü kelimeler duvarlara, duvar kağıtlarına, döşemelere ve boşluklara girip yerleşir. Giysilere, kıvrımlarına ve en sonunda da bizlere!” diyerek kelimelerim gücünü en harika şekilde özetlemiş.
Kitaplarını, şiirlerini, röportajlarını yani özetle ağzından çıkan tüm kelimeleri bayılarak takip ettiğim bu harika kadın kelimeler üzerine şöyle bir şey de demişti. “Eski Ahit’te (incil), Yaratılış (Genesis) bölümünde başlangıçta kelimeler oldu söyleniyor. Kelimeler Tanrı idi, Tanrı kelimeler idi.” Din konularında pek ilgisi olmayan biri olarak açıkçası bu sözü çok anlamadım ve üzerinde durmadım. Çok sevdiğim Dört Anlaşma kitabındaki ilk anlaşma olan “söz büyüdür” gibi kadim bir inanış herhalde diye yorumladım.
Bir kaç gün sonra yemek hazırlarken dinlemek üzere podcast arayışına girdim. Aşağıya dinlemeniz için bıraktığım Serdar Kuzuloğlu – Kelimelerin Sihirli Dünyası bölümü ilgimi çekti. Dinlemeye başladım ve yukarıdaki cümlenin hikayesini, ne amaçla söylendiğini şaşırarak anladım! Bu kadar tesadüf olurdu.. ya da tesadüf değildi bilemiyorum. Kelimelerin kökeni, ekonomik olarak baskın ülkelerin dünyada dili ve düşünceyi yönlendirmesi, dinlerdeki önemi vb konularında harika bilgiler veren bir podcast. Herkesin dinlemesini öneririm.
Kelimelerin gücü ve önemi konusunun zaman (ve kelimeler) kadar eski olması gerçeği üzerine düşünüp büyülenirken bir sonraki işaret uzun süre önce alıp istiflediğim bir kitaptan geldi. Düşünce Gücü ile Tedavi kitabı ile benim için hayattaki en yol gösterici, en değerli öğretmenlerden biri olan Louise Hay’in Pozitif Gücün Büyüsü kitabını vaktiyle alıp banyo dolabıma (evet banyo!) istiflemişim. Tam da ihtiyacım olan zamanda dolabı karıştırasım tuttu ve kitabı elime aldım. Daha ilk sayfalarda Louise Hay, “bu kitabı Düşünce Gücü ile Tedavi kitabının devamı niteliğinde yazdım.” deyince gözlerim kocaman açıldı ve elimdeki kitap evdeki en değerli eşyalardan biri oluverdi.
Kitabımı alıp huzurlu bir köşeye kıvrıldım ve bir kaç gün içinde bitirdim. Tabii ki de hayata, dolu dolu ve iyi yaşamaya dair bu kitapta da kelimelere ayrılmış kocaman bölümler vardı. En çok ilgimi çeken konu kelimelerin/düşüncelerimizin gücünü bilimsel olarak da kanıtlamaya süper yaklaşan “nöropeptiler” oldu. Hücreler arası iletişimi sağlayan bu minicik protein molekülleri sinir sistemin, hormonları vb taşıdığımı mesajlarla etkiliyor.
Taşıdıkları mesajlar ile tansiyon, kan şekeri, metabolizma çalışma hızı, acı ve stres gibi fizyolojik durum ve sonuçları etkiliyor. Yeni yeni yapılan çalışmalarda taşıdıkları mesajın türüne göre metabolizma hastalıkları ve kanser gibi hastalıklara yol açabildikleri saptanmış. Mesajların içeriğinin stresten ve endişeden kötü etkilendiği düşünülüyor. Özetle psikolojimizden, düşüncelerimizden, inançlarımızdan, düşünce kalıplarımızdan ve kendimizle konuşmamızdan yani KELİMELERİMİZDEN. Basit bir dilde özetleyecek olursam: kendimizle kötü konuşarak ve düşünerek kelimenin tam anlamıyla kendimizi -yavaşça ama etkili bir şekilde- öldürebiliriz! Beden milyonlarca yılda evrilmiş mükemmel çalışan bir organizma. Düşünce ve hisleri en ufak hücrelere kadar taşıyor ve mesajlara göre hiç düşünmeden makine gibi işleyerek gerekeni yapıyor. O nedenle an be an o mesajları seçmek ve farkında olmak çok kritik.
(nöropeptitler hakkında detaylı okuma yapmak isteyenleri -İngilizce kaynak- buraya alayım.)
Hayatım boyunca bilinçaltımda, son bir kaç aydır da günlük düzeyde düşündüğüm “kelimelerin gücü” oldukları konusunda hep iknaydım. İlham veren insanlardan, kadim öğretilerden, dinlerden, bilimden gelen kanıtlar eşliğinde sonunda kafamda evirip çevirdiklerimi yazıya ancak dökebildim. Hala kelimelere olan sevgimi ve inanışımı tam anlamıyla ifade etmiş hissetmiyorum. Olsun. Bir kısmını anlatabildim. Şimdilik yeter.
Kendim ve bu yazıyı okuyanlara kelimelerini özenle seçmelerini, kendileri ile anlayışlı ve iyi kalpli konuşmalarını dilerim. Nöropeptitlerimiz iyi mesajlar yayıp hücrelerimizi ve sağlığımızı beslesin. Tabii ki zamanın %100’ünde bunu yapmak imkansız. Yaşadığımız sürece bitmeyecek bir pratik bu. Kelimelerin gücünü bilip ikna olunca gönüllü olarak katılacağımız bir pratik. Benim de gidecek çok yolum olduğu içinde günde bir defa kelimelerimi özenle seçerek kendimle sesli sesli konuşma uygulamama devam ediyorum. Sizlere de denemenizi ve yazıda bahsi geçen tüm kaynakları ve daha fazlasını karıştırmanızı öneririm.
Sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi yok da edebilir.
– Dört Anlaşma