Amsterdam‘a ilk gittiğimde bundan 3 yıl önceydi; deri mont ve kalın çoraplar giymek durumunda kaldığım buz gibi bir Temmuz günüydü. Red Light Bölgesi’ndeki otelime yerleştikten sonra koşar adım soluğu müzeler bölgesi “Museumplein” de almıştım. I am Amsterdam heykeli ile türlü fotolar, şebeklikler. Hatta heykelin üzerine çıkıp zıplamalar. 🙂 Sonrasında Van Gogh Museum, Rijksmuseum derken ilgimi müzeler bölgesinin sol köşesinde kalan bir kaç katlı ev görünümündeki ufacık tefecik Amsterdam Pırlanta Müzesi (Diamant Museum) çekti.
Hava soğuk ben de pırlantalara meraklıydım, kaçınılmaz olarak kapıdan içeri girdim. İster pırlantaları çok sevip hakkında herşeyi bilin isterseniz hiç birşey bilmeyin Amsterdam Pırlanta Müzesi’nde sıkılmayacaksınız o garanti diyebilirim dostlar.
Sizi Neler Bekliyor?
Kapıdan girip soldaki gişeden biletinizi aldıktan sonra sizi kat kat ev şeklinde döşenmiş, sakin mi sakin bir ortam bekliyor. Hiç acele etmeden keyifle yavaş yavaş gezmek için tasarlanmış bir müze. Arada sıkılıp bunaldıkça bir köşede oturup dinlenebilirsiniz. Hatta kafesinden içeceğinizi alıp içe içe gezinebilirsiniz. Herşeyin fotosunu çekmek de serbest. 🙂
Girişte kocaman sahte pırlantalı lamba ile karşılanıyoruz ve başlıyoruz yukarı çıkmaya…
(Bu arada 3d sanal tur yapmak için tık tık)
Başlangıç
Hemen ilk katta pırlanta tarihini anlatan 5 dk’lik filmimizi izliyoruz.( 4 C – cut, clarity, carat, color – sisteminin bulunuşu, geçmişten günümüze pırlanta çıkan ülkeleri vb anlatıyor)
Sonrasında değişik kesimlerin kocaman boyutlarına bakıyoruz. Benim favorim prenses ve dikdörtgen kesimler. Yuvarlak yerine köşeli hatlar sevgim burada da kendini gösteriyor.
Van Gogh
Sevgili Vincent’ın ülkesindeyiz sonuçta… Adamlar hemen Van Gogh’u hatırlatıyor. Starry Night tablosunun gerçek pırlantalar ile replikasını yapmışlar. Çok da güzel olmuş. Yaşarken sadece bir adet tablosunu satabilen Vincent Van Gogh acaba şimdi eserlerinin milyon milyon euro’lar harcanıp replikalarının yapıldığı göster ne hissederdi diye düşünmeden edemiyorum.
Kraliyet Mücevherleri
Sonraki katta benim favorim olan ve bol bol ülkeleri & kültürleri kıyasladığım Kraliyet mücevherlerinin replikaları var. Afrikalı kralların boncuklardan, tahtadan yapılma taçlarının yanında Belçika kraliçesinin sarı pırlantaları, onların yanında Hint prenslerinin yakutları… çok çeşitli ve hepsi kendi kültürünü yansıtıyordu. Pırlantalar üzerinden mini dünya turu tadındaydı.
İngiltere’den Victoria’nın hazinesine geçmiş o kadar çok değerli parça var ki… aklım hayalim pound cinsiden değerlerini almadı. Özellikle çok büyük taşlı kolyeler, broşlar ve taçlar favorim. İnsan böyle bir takıyla kendini kötü hissedemez hiç bir zaman. 🙂 Aklımdan hemen şimdiki Elizabeth’in sıradan bir pazar günü pijamaları, pofidik terlikleri, makyajsız yüzü ve zilyon karatlık mücevherleri ile görüntüsü geçti. Kendimce eğlendim. 🙂
Pırlanta görünümlü raket de en ilgi çeken parçalar arasındaydı, herkes sıra halinde fotosunu çekiyordu. Ben de biraz toplum baskısı hissedip çektim.
En üst katta ülkelerin kral ve kraliçelerin taçlarından örnekler vardı. İngilizler bu taş ve gösteriş işini en iyi yapanlardan bence.
Yuvarlak kesim bir pırlanta içinde gibi hissettiren ayna ve ışık oyunları ile ayarlanmış bir pırlanta odası da en üst kattaydı. İçeride de hiç durmadan Marilyn’in Diamonds are a Girls Best Friends şarkısı çalıyordu. Kesilmiş pırlanta şeklindeki aynadan duvarlar da sürekli dönüyordu bir yandan baya güzel bir deneyimdi.
Son olarak en üst katta kendi fotonuzu çekip sanal olarak kraliyet takılarını ekleyebildiğiniz bir bilgisayar var. Ücretsiz olarak yapıp kendinize mail atıyorsunuz, benim denemelerimden en güzeli aşağıdaki oldu. 🙂
Bir gün yolunuz Amsterdam’a düşerse kısacık bir zaman ayırıp bu pırıltılı müzeye gidin derim. Sonrasında pırlanta ve kraliyet mücevherleri hakkında bilgilerinizle insanları şaşırtabilirsiniz. 🙂