Tek Günlük Antwerp Brüksel Gezisi

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?


Son üç yılda üç defa Amsterdam’a gittiğim için, bu gidişlerimden birinde rehberli tur alarak biralarına ölüp bittiğim Belçika’dan Tek Günlük Antwerp Brüksel Gezisi yapmaya karar verdim. Daha gitmeden online olarak Viator’dan turumu aldım; tek gün, gece kalmadan ve toplamda 84 dolardı. (göz atmak için buraya tıklayabilirsiniz)

Tura dahil olanlar; Amsterdam merkez sayılabilecek Damrak’tan otobüs ile kalkış, tüm ulaşım masrafları ve bize detaylıca etrafı anlatacak olan rehberimizin ücreti. Tura dahil olmayanlar ise yeme & içme ve bu şehirlerde gireceğiniz müzelerdi. Gezilecek yerlerin sakin olması için özellikle hafta içi bir gün seçip sabah sekiz buçukta otobüste arkalardan cam kenarı koltuğuma kuruldum ve beş dakika sonra teker dönmeye başladı; istikamet Antwerpen!

Antwerp’e Varış

Çevre yolundan giderek yaklaşık iki saat sonra sabah 10:30 civarında Antwerp’e vardık. Antwerp benim için bloglardan takip ettiğim süper stil sahibi insanların yaşadığı (moda demeye dilim varmıyor) bir life-style mabedi olmuştu hep. Antwerp’li bloggerların tarzları bana hep çok güzel ve otantik gelir. Rehberimizin de yolda anlattığına göre bu şehirde çok fazla mimarlık, tasarım ve güzel sanatlar okuyan nüfus varmış. Bir de aşırı çok sevdiğim sokak sanatlarından çok güzel örnekler var bu şehirde. Zaten şehre girer girmez bir metro istasyonunun duvarında yukarıdaki sokak sanatı karşıladı beni, beklentilerimi boşa çıkarmadı Antwerp, sağ olsun. 🙂

Kısa Antwerp Gezisi

Belçika’nın Flaman bölgesinde yer alan Antwerp şehrinin tarihinin 4. yüzyıla dayandığı hesaplanıyor. Şehrin limanı Avrupa’daki ikinci büyük liman olma özelliğinde sahip. Şehrin adı ile ilgili efsaneye göre bu limanda duran ve geçen herkesten haraç alan bir dev vardı. Bu dev haraç vermeyen denizcilerin ellerini kesip denize atıyordu. Günün birinde cesur Silvius Brabo adı genç devin elini kesip denize attı ve dev öldü. El ve fırlatıp atma kelimelerinin Flemenkçe’leri (hand ve wearpan) birleşmesi ile şehrin adı Antwerpen oldu.

Otobüsümüz bizi şehrin en merkezi meydanı olan Grote Markt‘a beş dakika yürüme mesafesinde indirdi. İki yanı mağazalarla kaplı bir yoldan yürüyerek ilerledik. Derken yolda  aşağıdaki resimdeki ünlü ressam Jan van Eyck heykelini gördüm. Van Eyck, döneminde resimlerde perspektifi çok iyi kulanan ve burjuva aileleri resmettiği tabloların bir köşesine ayna çizen ve bu aynadan da ressamın (yani bizzat kendisi) yansımasını çizen benim işlerine bayıldığım bir ressam. Bir de bazen resimlerinin gizli köşelerine Flamanca “Van Eyck burdaydı” yazan hafiften manidar bir ressam. 🙂 Belçikalı ressamın eserlerine göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.Ana meydan Grote Martk’a (The Great Market Square) varıyoruz ve bir saat serbest zamanımız var. Meydandaki binaların mimarilerine ve dış cephelerindeki ince işlemelerle büyüleniyoruz. Zaten meydanı şöyle saat yönünde bir taramak ve fotolamak en az yarım saat alıyor.

panoromik görsel: vikipedi

Belçika Birası ile Tanışma

Meydanı inceledikten ve yeterince fotografladıktan sonra hem geç bir kahvaltı etmek hem de Belçika topraklarına girmişken günün ilk birasını içmek için meydana bakan cafe’lerden birine oturuyoruz. Çedar peynirli ve domuz jambonlu omletlerini bize aşırı övüyorlar, tamam diyoruz. Gerçekten de güzelmiş bayıldık; kahveden sonra da ben ilk “Belgian blonde ale” denememi gerçekleştiriyorum. (Delirium Tremens birasının yerel yapımı gibi düşünebilirsiniz.) O gün ilk defa ale denen türe aşık oluyorum; henüz çok az şey biliyorum ama en kısa zamanda çok şey öğreneceğim ve favorim brown ale olacak.

Bu kısa keyif molasından sonra otobüse atlıyoruz; istikamet Brüksel. Yok yaklaşık bir saat sürecek. Ama tam şehirden çıkmadan daha fazla evlerin olduğu bir semtte aşağıdaki sokak sanatını görüyorum ve çok mutlu oluyorum. Antwerp’te azıcık kaldım ama çok sevdim. Yeniden görüşmek üzere diyerek ayrılıyorum.

Atomium Heykeli Kısa Ziyareti

Brüksel’e gelmeden yolda Atomium heykeli önünde kısa 15 dakikalık bir mola veriyoruz. Tur rehberimiz mutlaka resim çekilin ama yanına yürüme çalışmayın hem gidip hem de dönemezsiniz diye pek çok defa uyarıyor. Aslında ne yaptığımızı çok bilmeden resim çekilip otobüse geri dönüyoruz. Rehberimiz binanın 1958 yılında o yılki Expo fuarı için yapıldığı; 102 metre olduğunuz mimarının Andre Waterkeyn olduğunu hevesle anlatıyor. Ben kendimi konuya çok ilgisiz hissediyorum, atom replikası 9 anlamsız top işte diyorum. Gerçi kısıtlı kimya bilgime göre atomun merkezden çapı o kadar büyük ki atom parçacıkları asla bu kadar yakın olamaz diye düşünmeden edemiyorum, yoksa bu tekil bir atom değil de parçacık mı? Kafamda deli sorular, otobüse biniyorum 🙂

Brüksel ve Gezilecek Yerler

Yaklaşık bir saat sonra Brükseldeyiz – ve ilk izlenimime göre bu şehir Antwerp’ten daha gri ve kasvetli sanki. Otobüsten iniyoruz ve bizim Hollandalı rehber gidiyor; Belçikalı yeni bir rehber geliyor. Sanırım hayatımda gördüğüm en işine aşık tur rehberiydi. Otobüs durağından merkezi meydana yürüdüğümüz standard caddelerde bile dakika başı durup “Bu heykeli X heykeltraş yaptı, Y papa çok kızdı” gibi akla hayale gelmeyecek detayda bilgi verdi ve bu süreçten çok keyif aldığı her halinden belliydi.

Sonunda süper incelikte tasarlanmış mimari harikası ve kocaman cam tavanlı Les Galeries Royales Saint-Hubert adlı büyük Kraliyet AVM’sine giriyoruz. Belçikaya da bu yakışırdı zaten. 🙂 Bu bina 1846-47 yıllarında “Omnibus omnia” yani herşey herkes içindir mantığı ile yapılmış. Rehberimizin anlattığına göre bol yağışlı, soğuk ve uzun kışlarda insanların sosyalleşmek, alışveriş yapmak, görmek ve görünmek isteğini gidermek için yapılmış. İnsanlar buraya en bakımlı en güzel giyimli halleri ile gelmeye başlamışlar. Hatta evlilik yaşı gelen kızlar giyinip süslenip burada (afedersiniz) pazara çıkar gibi çıkıp aşağı yukarı yürürlermiş potansiyel koca adaylarının dikkatini çekmek umuduyla.

Günümüzde ise burda spor ayakkabıları ile turistler dolaşıyor bol bol. Çünkü Brüksel’in en klasik en eski “chocolatier” çikolatacılar, restoranlar, bol bol üst segment mağazalar var. O kadar havalı durmasına karşın buradaki çikolatalar (özellikle bizim aldığımız trüf’ler) Türkiye’ye göre çok uygun fiyatlıydı. Ancak ufak bir dip not biz tamamen yemek amaçlı aldık; süslü kutular, süslemeler ve sevimli şekilli çikolatalar almak isterseniz biraz pahalı olacaktır. Hediye alma planınız yoksa buradan geçerken trüflerinizi alıp (şampanyalı-beyaz çikolatalı favori) burdan sonrasını benim yaptığım gibi yiyerek gezmenizi öneririm. 🙂

Hoşuma Giden Bilgiler

Saint Hulbert’in sonua yürüdüğünüzde dar bir sokaktan direkt ana meydan olan Grand Place (Fransızcası) = Grote Markt (Dutch) ana meydana çıkacaksınız. Burası cidden kocaman, meydan gibi meydan. İşte bu noktada anlattığı milyon detayla canımı sıkmaya başlayan rehber öyle şeyler anlatmaya başlıyor ki ben adamın yanında not defterimle büyülenmiş bir şekilde bitiyorum.

Üstteki resimde gördüğünüz kapısının üstünde kaz heykeli olan ve “1698’den beri” yazan cafede Karl Marx ve Friedrich Engels sık sık birlikte oturur ve yazılarını yazarlarmış. Ekonomi bölümünü sanki felsefe bölümü okurcasına severek okumuş ve en çok da büyük ekonomistlerin fikirlerine merak durmuş biri olarak aşırı duygulanıyorum. Bir de rehberimiz ekliyor Marx sıcak çikolata içmeyi çok severdi diye. Benim damak tadıma göre fazla tatlı olduğunu düşünüp gülüyorum içten içe. Birazdan ben de buraya gireceğim için süper şanslı hissediyorum; belki bu harika adamların oturduğu masaya otururum.

Meydandan Tarih Fışkırıyor

Derken Marx’ın cafesinden tam 180 derece dönünce arkada üst resimdeki şu sağdaki binayı işaret ediyor rehber. Bu binanın girişinin üstündeki katın (şu üç adet bütük penceresi ve mini balkonu olan) köşesindeki apartmanı vaktiyle Victor Hugo kiralamış. Yandaki kiliseye baka baka odasından Les Miserables (Sefiller)‘i yazmış! Avrupa’da yaşayanlar ne kadar şanslı (İstanbul da dahil buna) her köşesinden ilham verici şeyler ve bol bol tarih fışkırıyor demeden edemiyorum. Bir de sevgili Victor Sefiller’i yazmak için o zamanın parası ile bir kaç milyon almış ve bu merkezi apartmanı kirayalıp güzelce yaşamış.:) İyi ki de rehberimiz var diye çok teşekkür ediyorum içimden. Meydanda serbestçe gezip bol bol foto çekiyorum. Meydana girdikten sonra sağda kalan Hard Rock Cafe’ye uğrayıp bardak alıyorum. Sonrası arka sokaklara dalma zamanı!

İlk sağdan kalabalığı takip ederken ilerliyorum az ilerde sağda meşhur “Manneken Pis” yani işeyen küçük oğlan çocuğu heykeli var. Rehberimiz anlatıyor her yıl milyonlarca turist bu heykeli görmeye geliyor diye. Ayrıca bu heykele kendi ölçülerinde pek çok giysi dikilmiş, belediye memurlarından birinin görevi her gün, o günün anlam ve önemine göre bu heykeli giydirmekmiş. Sevdiceğimle o kadar gözlerimizi devirip dalga geçiyoruz ki tek amacı bu heykeli görmek olan Koreli otobüs arkadaşlarımız bozuluyorlar. Daha sonra bir arkadaşım bana Antwerp’te bir sokak sanatı gördüğünü söyledi. Bu heykeli çizip “Alın işte, Brüksel’e gitmenize gerek kalmadı” yazmış sanatçı. Kesinlikle duygularıma tercüman, nedir bu işeyen heykelle büyülenme anlayamadım.

Mutlaka Gidin – Delirium Cafe

Manneken Pis’i dinleyeme tahammülümüz kalmayınca gruptan ayrılıyoruz ve rehberimiz bize yakınlardaki; menüsünde 2004 çeşit bira olan Delirium Cafe‘yi öneriyor. Uçarak gidiyoruz. 🙂 İşte burası benim biraya aşık olduğum, “craft bira” peşinde koşmaya başladığım, ale’i lager’den bin kat çok sevdiğimi anladığım yerdir. Gerçekten de 2000 küsür çeşit bira var ve o nedenle menü telefon rehberi gibi. Barmen bize Belçika biralarından tadım ayarlıyor kendimizi tamamen ona bırakıyoruz. Bir kaç denemeden sonra lager’leri eleyip ale’e odaklanıyoruz.

Ben dark’ını (brown ale) daha çok seviyorum. Bir de ilk defa “lambic beer” ile tanışıyoruz. Lambic bira, Belçika’nın Pajottenland bölgesine özgü doğaçlama fermentasyon (spontaneous fermantation) yöntemi ile (bakteriler biraya doğal bir şekilde mayalıyor) olan özel bir bira. Tadı biraz cider-gibi, kuru ve ilk tatlı taddan sonra ekşi bir tad bırakıyor. Özellikle Belçika yemekleri ile çok iyi eşleşiyor ve Belçika’da bol bol tüketiliyor.

Harika Belçika biraları ve bol bol tadım yaptıktan ve Delirium Cafe ile aşk yaşadıktan sonra bol bol foto çekip ayrılıyoruz. O kadar çok bira beğenip not alıyoruz ki peşine düşmek üzere. Bir de ayrıca mekanın dekoru da tamamen bira severlerin bayılacağı türdendi. He yerde bardak altlıkları, bira posterleri, fıçı şeklide masalar ve bira ile akla hayale gelebilecek herşey var.

Brüksel Midyeleri

Alkol acıktırıyor ve hemen dünyaca ünlü Brüksel midyeleri (Mussels from Brussels) deniyoruz – özellikle beyaz şarap sosu olanlar nefis. Tüm merkezdeki restoranlarda fiyatlar yakın ve mutlaka başta midye olmak üzere kabuklu deniz ürünleri denemenizi öneririm. Bir de dip not posiyonlar bence aşırı büyüktü; aslında iki kişiye bir pot (tencere) yetebilir.

Artık yavaştan dönme vakti yaklaşıyor, tur grubumuzla merkez meydanda buluşup otobüsün yolunu tutuyoruz. Bu sefer işine aşık Belçikalı rehberimiz aşağıdaki resimdeki cafe’yi (A la Mort Subite = Ani Ölüm) gösterip bizi önünde durduruyor. Eskiden 1900’lerin başlarında Belçika Ulusal Bankası’nda çalışan memurların aşırı uzun öğle araları varmış. Yemekten sonra kart oyunları oynayıp kahve içerek zaman geçiriyorlarmış. En sevilen kart oyunu “ani ölüm” oyunuymuş. Öğle arası bittiği andaki eli kaybeden tüm hesabı ödüyormuş. En önemli olan son el yani, öncesinde hepsini kazanasalar da önemi yok. Değişik bir düşünce şekilleri var.

Saat 4 gibi otobüsümüze biniyoruz ve teker dönüyor. Çevre yoluna girmeden bir kaç adalet sarayı, Nato binası, büyük anıt görüyoruz. Ben hala Victor Hugo ile aynı pub’larda bira içtiğime ve belki de Marx ile Engels’in masasına oturduğuma hayretler ve müteşekkir olma durumu içindeyim. Tek Günlük Antwerp Brüksel Gezisi maceramın sonuna geliyoruz. Ağzıma son kalan şampanyalı beyaz çikolatalı trüflerimden atıyorum, Jack Kerouac’ın “Yolda Olmak” kitabına kaldığım yerden devam ediyorum. Umarım hep sık sık “yolda olurum” diyorum. 🙂

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe