Ece Peliter ile Los Angeles’ta Yaşamak Üzerine

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?

Şimdi sizleri hiç yerinizden etmeden, bir kahve molası süresince dünyanın en iyi iklimlerinden biri ile kutsanmış Los Angeles’a götürüyorum. Daha da önemlisi Los Angeles’ta yaşayan ve anlattıkları, ürettikleri ve çektiği fotoğraflar ile bol bol ilham verecek Ece’ye bağlıyorum. Dev hizmet! 🙂

Los Angeles’ın yumuşak havası, uzun ve güzel palmiyeleri, tek katlı binaları ve iyi enerjilerine (#goodvibes) kendinizi bırakın. Ece’nin anlatımı ile “başka türlü bir hayat mümkün” ruh haline giriverin. Tabii arada İstanbul’u özlemek, sıfırdan hayat kurmanın zorlukları ve her yerde olduğu gibi bi’ takım sinir bozucu olaylar ve insanlar olacak.. Her hikayede olması gerektiği gibi..

Ece Peliter’i her türlü mecradan nasıl takibe alırız/stalk’larız diyenler için blogu: Bleached Dreams ve instagramı: tık tık

Bize kısaca kendini tanıtabilir misin? Ne iş yapmaktasın, Türkiye’den taşınmadan neler yapardın, Neleri seversin, neleri sevmezsin.. 

İstanbul’da Anadolu yakasında doğdum, büyüdüm. Küçüklüğümden beri sinemaya ve fotoğrafa merakım var ama üniversitede gazetecilik okudum. Biraz o sektörde çalıştım ama çok farklı bir dünya, yapamadım. Buraya taşınmadan önce de Contemporary Istanbul’da sosyal medya ve içerik sorumlusu olarak çalışıyordum. Genelde bütün vaktim çalışmakla (bazen Cumartesi ve Pazar dahil) geçtiği için geri kalan zamanlarda ya galeri açılışları ya da arkadaşlarla bir yerde bir şeyler içmece, takılmaca şeklinde vaktimi geçiriyordum. Hep başka bir yerde yaşama hayalim vardı ve bir gün aklıma düştü. Biraz daha oturursam bir daha kalkamayacakmışım gibi bir his, ondan sonra iki sene önce California’ya gelme kararı aldım.

1,5 sene öğrenci olarak UCLA’de derslere katıldım. Şimdi bir senedir kurulmasına yardım ettiğim bir butik marketing ajansında çalışıyorum, ismi Pantelope. Online satış yapan lokal ya da küçük şirketlerin bütün marketing işlerini üstleniyoruz. Projelerin daha çok kreatif tarafını yönetiyorum ama daha küçük olduğumuz için her genelde işi yapıyoruz 🙂 Boş zamanlarımda da genelde dışarı çıkıp fotoğraf çekiyorum.

California’da tam olarak nerede yaşamaktasın?

Los Angeles’ın East Hollywood bölgesinde yaşıyorum, Los Feliz mahallesine yakınım. Los Angeles’ın pek bir merkezi olmadığı için bana göre en merkez olan yeri seçtim. Sahil ve okyanusla hiçbir zaman aram olmadı, o yüzden daha çok nerede kafeler, kitapçılar, sinemalar var ben oradayım. Los Feliz de kabaca yaşam şekli olarak bizim Moda’yı hatırlatıyor.

Sabah uyanıyorum, inanılmaz bir sessizlik, sadece kuş sesleri… California’nın genelinde böyle bir şey var. Ne kadar civcivli bir yerde otursan da her zaman sessiz. Kalabalık olan Sunset bulvarına 3 bina uzaktayım ama yine de ne trafik sesi ne bir şey.

Evim de 1 odalı, sevimli bir yapısı var. Özellikle gündüz çok ışık aldığı ve dışarı baktığında bir sürü ağaç ve palmiye manzarası olduğu için seçtim. Dışarıya bakan duvarı tuğladan o yüzden biraz alternatif bir hava katıyor. Ev, apartman kompleksinin içinde ama Los Angeles’ta pek alışık olunan bir şey değil çünkü evler genelde tek katlı. Apartmandaki çoğu kişi genç ve bizimle aynı yaşlarda. Sanırım bölgedeki en yüksek binada oturuyoruz (3 katlı ama) o yüzden süper bir çatı katı manzarası var. Filmlerde izlerken hep hayalini kurmuştum, bir gün şöyle bir çatıya çıkıp takılmak istiyorum diye. İlk çıktığımda şok oldum, arada burada yaşayan arkadaşlarımı falan da çağırıyorum, ‘rooftop barlar halt etmiş be en güzel manzara burada’ diye. Hollywood yazısını, Griffith Park’ı ve uzaktan Downtown binalarını kolayca görebiliyorsun. Akşamları arada çıkıp biraz takılıyorum, gece fotoğraflar falan da çektiğim oluyor. Bazen binadan insanlar toplaşıp bira içiyor biz de ortak oluyoruz, keyifli oluyor.

Günlük rutinin nasıldır?

Hafta içi ve hafta sonu sıradan bir gününü anlatabilir misin? Bir de Türkiye’deki yaşam kaliten (beslenme, spor, iş dışı özel yaşam vb) ile Los Angeles’takini kıyaslasan bize neler dersin?

Genellikle evden çalışıyorum. İlk başlarda kendimi motive edebilmek için bir rutin uydurdum hala ona uymaya çalışıyorum. Her sabah aynı saatte kalkıyorum. Akşamüstü 3-4’e kadar aralıksız çalıştığım oluyor hiç kalkmadan. Pazartesi günleri North Carolina’da yaşayan fotoğrafçı koçum James ile 1-2 saatlik video görüşmemiz oluyor. Haftalık çektiğim fotoğrafların kritiğini yapıyoruz, eğer isterse haftalık bazı görevler veriyor. Akşamları haftada 2 kere evimin yakınındaki bir yoga stüdyosuna gidiyorum.

İstanbul’u sorarsan o zamanlar bunların hiçbirini yapmaya ne mecalim ne de takatim olacağını sanmıyorum. Kendime vakit ayırabilmek aklıma bile gelmiyordu ama buraya geldiğimden beri hayatımda çok şey değişti. Eskisi kadar takıntılı ve sinirli değilim. Kendimi daha iyi dinleyebiliyorum, hem fiziksel hem ruhsal. Biz Türkler olarak çok konuşuyoruz, çok kurcalıyoruz, açıkçası birazcık rahatladım o çevreden uzaklaşınca. Kafam rahatladı resmen. Dedikodu yok, drama yok. Insan bir de tek başına kalınca her şeyi öğreniyor, 25 yaşına pilav pişirmeyi bile bilmeden geldim. Şimdi hangi sebze nasıl, kaç dakika pişirilir biliyorum. Yemek yapmayı öğrenmem aynı zamanda beslenme alışkanlığımı da değiştirdi. 1 senedir hiçbir şekilde hayvansal et yemiyorum. Pişirmeden önce elime aldığım çiğ etler ben de büyük travma yarattı resmen. Los Angeles bu konuda çok iyi, nereye gidersen git illa vejeteryan/vegan bir menüsü var. Marketler vegan ürün dolu, herkes sağlıklı geçinmeye çalışıyor. Biberlerinin, domateslerinin nerden geldiğini sorguluyorlar. İster istemez seni de etkiliyor.

Hafta sonları da farklı bir konu, özellikle çalışmamaya özen gösteriyorum. Bazı haftasonları kendi başımıza yemeye çıkıp, Downtown’da geziniyoruz, ya da Los Angeles’a iki saat uzaklıkta, Cherry Valley’de bir arkadaşımızın çiftliğinde vakit geçiyoruz. Bazen de arkadaşlarla buluşup bar keşfine çıkıyoruz ya da evde oturup board game (masa oyunu) oynuyoruz. Bu oyunlara da burdayken sardım, herkes bu oyunlara bayılıyor, ne kadar modası geçmiş gibi görünse de bizim için. Insanların beraber vakit geçirme anlayışı burda çok hoşuma gidiyor. Birazcık tanıdığın insan ve arkadaş grubun varsa görüyorsun, herkes evde yemekler düzenliyor, oyun geceleri, aklına ne gecesi gelirse… Toplanma anlayışları çok güzel, bana annemlerin 90’lardaki ev toplanmalarını hatırlatıyor.

The weekend crew. ???⛱

A post shared by Ece Peliter (@ecepeliter) on

Amerika’ya taşınma kararını nasıl aldın? Nasıl evrelerden geçtin?

Taşınma kararı ve hazırlanma süreci çok kolay ve ağrısızdı. Dürüst olmam gerekirse 4 sene süren çok sağlıksız bir ilişkim vardı, iş hayatım psikolojimi çok etkilemişti ve hayatımı değiştirmem gerekiyordu. Kendini toplamak için kıta değiştirmek çok radikal bir karardı ama ciddi kararlıydım. Yanıma azıcık kıyafet, eşya aldım resmen arkamda her şeyi bırakmak ister gibi… Uçmadan bir gece önce kalbim çarpmaya başladı, 2-3 arkadaşımı aradım doğru bir şey yapıyor muyum diye. Hayatımda ilk defa Amerika’ya gidiyorum, bir de gidip orada en azından bir sene yaşayacağım. Aslında çok büyük bir karar fakat asıl olay, benim için daha sonra başladı.

Summer vibes but trying to beat the heat.?#100degrees #cherrydiaries

A post shared by Ece Peliter (@ecepeliter) on

Amerika’da hayat kurmak nasıl bir deneyimdi? Zorlukları ve güzel yanlarından bahsedebilir misin? 

Önce şunu anlamak gerekiyor, her şeye sıfırdan başlayacağını kabul edeceksin. Bıraktığın ülkedeki statün, yattığın yatağın kalitesi, yemeğinin tadı hepsi farklı olacak. İlk başlarda çok güzel geldi, her şey yeni. Daha sonra sıfırdan hayat kurmaya çalışmanın ne kadar zor olduğunu anladım.  İki sene içerisinde üç farklı ev değiştirdim, bir sürü insan tanıdım, olaylar üstüne olaylar… İlk sene Los Angeles’tan nefret ettim, hiç alışamadım. Bir kere arkadaşımla marketten alışveriş yaptık, uber çağırmayalım yakın gözüküyor ev yürürüz dedik. Arabayla gidilen 5 dakikalık mesafe oluyor sana 30 dakika yürüme mesafesi. Evsizler gibi poşetlerimizi sürükledik. İlk oturduğum ev tam suburb denilecek bir yerdeydi. Öğrenciyiz, para kısıtlı, 5 kişi birlikte mülteci gibi aynı şeyde yaşıyoruz. Mahallede çıt çıkmaz, sokakta kimse yok. Kaç kere gidiyorum ben buradan diye ağladım. Sonradan ev mahalle falan da değiştirince yavaş yavaş alıştım.

Bürokratik olaylar da var, çalışma iznime doğum tarihimi 1999 yazıp bir de üstüne cinsiyetimi erkek yazdılar, 6 ay boyunca düzeltmelerini bekledim. Bu süreçte işe girip çalışamadım. Bir şeyler yapmam lazım ne yapsam, köpeklere de aşığım. Başka arkadaşımın sosyal güvenlik numarasıyla Rover’a (köpek bakıcısı sitesi) üye oldum. Ayıptır söylemesi çok güzel para yaptım ve aynı zamanda bir sürü tanıdığım oldu. Türkiye’de olsa saçmalama hayatta olmaz diyeceğim bir sürü şeyi yaptım. Sonra şaşkınlığımdan hiç dikkat etmediğim bir şeyi öğrendim.

Bana İstanbul’da vize verdiklerinde hiçbir şekilde bitiş süresine bakmadım, nasıl olsa iki sene kafamda planlı. Bir de öğrendim ki ne kadar yasal olarak kalmam hakkım olsa bile konsolos gişesindeki her kimse bana sadece 1 senelik vize vermiş. Çoktan süresi bitmiş bile. Ben ülkeden çıkamıyorum diye 3 kere annemleri buraya sürükledim, anca öyle hasret giderebildim. Neredeyse 2,5 sene olacak İstanbul’a gitmeyeli ve çok zor. Başka bir ülkede hayat kurmanın en zor yanına denk geldim.

Yakın zamanda gidiyorum çok şükür ama çok bekledim ve ağladığım çok geceler oldu. Ne kadar yaşadığın yere evin desen de büyüdüğün yerden, kültürden kopamıyorsun. Normalde Türkçe müzik zar zor dinlerim, burda sürekli açıp dinliyorum. Insan çoğu şeyin değerini daha iyi anlıyor. İki arada kalmış gibiyim, burayı seviyorum çünkü bana huzur ve başarı veriyor ama İstanbul’a da aşığım. Önümüzdeki yıllardaki dileğim 1-2 kere Türkiye’ye gidebilmek ama biri sorsa ilerde nerde yaşlanmak istersin, Türkiye derim.

My two favorite M's: mamacita and margaritas.???

A post shared by Ece Peliter (@ecepeliter) on

Instagram stalklamalarım sonucu öğrendim ki Mart ayında evlenmişsin. Biraz bahsedebilir misin? Yeni evli olmak nasıl gidiyor? 🙂

Çok enteresan bir şey. Aklımda hiç öyle bir şeye girişmek yoktu. Gerçekten o kişiyi bulduğumu düşündüğümde heralde olay kendiliğinden gelişir dedim. Kit’le (Asıl ismi Christopher ama kısaltılmışı Kit) ilk çıkmaya başladığımızda kundalini yoga derslerine gidiyorduk. Malibu taraflarında bir yer, bizimle beraber 3-4 tane çift daha var. Kit, Joe’yu (kidemli yoga hocası) önceden tanıyor, daha önce teke tek derslere katılmış. Bir dersimizde çiçeği burnunda çiftlere verdiği öğütten bahsediyor, 1 sene içerisinde hepsini evlenmeye teşvik ediyor. Bu durum çiftleri bir gerilimin içine sokuyor ve o seneyi atlatabilirsen uzun seneler beraber olma ihtimalin de artıyor. Bir şekilde bu öğütten etkilendik ve beraber ilk senemizi doldurmadan evlendik.

İnanılmaz çabuk gelişti, evlilik teklifi, mahkeme binasına gitmemiz… Yanımda ailem falan da yok. İlk başta garipsedim durumu ama şimdi düşününce çok normal geliyor. Biz kafamızda biraz büyütüyoruz sanırım bu durumu. Cümbür cemaat düğün yapalım, sekiz ay öncesinden planlar hazırlayalım vs. Evet, evlendik ama hala beraber yaşayan ve birbirini çözmeye çalışan iki insan gibi hissediyorum. Zor günler oluyor ama eğer her iki taraf da yapıcı olmaya çalışıyorsa bir şekilde üstesinden geliniyor. Arada bana soruyorlar, nasıl anlaşıyorsunuz hani kavga ederken İngilizce falan? Yemin ederim, ilişki yaşamanın dili yok. Ne dil konuşuyorsan aslında beynelmilel bir şey. Burada yaşayan Türk arkadaşlarım Kit’e Karadeniz’li diyor. Biraz farklı bir mizacı var, bizim kültüre çok yakın o yüzden de biraz şanslıyım sanırım.

Hayalimizde canlanması için.. Ne tür bir arkadaş grubun var? Ve neler yapmaktan hoşlanırsınız? biraz anlatabilir misin?

Çok geniş bir arkadaş grubum yok. Hele ki bir yerde full-time falan çalışmadığım için iş arkadaşı bulmam da zor oluyor. Küçük bir Türk grubum var, arada toplaşıp rakı içip Sezen Aksu dinlediğimiz. İçlerinden baya yakın olduğum sürekli konuştuklarım var. Los Angeles baya Türk dolu ve herkes birbirini tanıyor o yüzden birazcık karışıyor işler. En yakın arkadaşım dediğim çoğu insan maalesef hala İstanbul’da o yüzden canım bir şeye sıkıldığında sürekli Facetime ya da Whatsapp. Onun dışında şu anki evimden önce Hollywood’un göbeğinde bir yerde 4 kişiyle aynı evi paylaşıyordum. Onlarla genelde özel günlerde buluşuyoruz, Thanksgiving olsun, doğumgünleri vesaire. Bu sene Game of Thrones geceleri yaptık, beraber toplanıp yemek hazırlayıp izledik. Genellikle bizim alıştığımız gibi bir arkadaş ilişkileri yok, yakın arkadaş olmak için çok uğraşmak gerekiyor. Sanki sevgililik gibi kimyanın uyuşmasına dikkat ediyorlar. Çok yakın gördüğüm insan az olsa da sürekli program yapıp vakit geçirebildiğim insanlar var neyse ki.

2016 yılı tavan yapmaklar birlikte dünyada çok tuhaf şeyler oluyor. Bombalamalar, darbe girişimi, Trump’un seçilmesi, Las Vegas terör olayı, Meksika’ya duvar inşaa etme muhabbetleri gibi sayısız şey…Türkiye’de “bunları hep yaşıyorduk. şimdi Amerikalılar düşüsün” geyiği bol bol yapılıyor.

İçeriden biri olarak Amerikalılar ne kadar endişeli? Ne hissediyorlar?.. bize biraz anlatabilir misin?

Darbe girişimi zamanı burdaki bütün Amerikalı arkadaşlarım mesaj atmıştı. Çok da enteresan değil çünkü anca o ülkeden tanıdıkları biri olduğunda duyarlı oluyorlar. Baya şeyler anlattım o zamanlar, hala da yeri geldiğinde anlatıyorum. Trump başkan seçildiği gece hep beraber toplanıp izliyorduk. Herkes şok. Topluluktan çoğu da oy kullananlar. California zaten ayrı bir ülke gibi o yüzden Amerika’nın diğer kısımlarını anlamak için orada büyümüş olmak gerekiyor. Herkes hüsrana uğradı o gece, depresyona girenler, ağlayanlar…

Geçen kış Nebraska’ya gitmiştim Christmas için. Kit doğma büyüme oralı, ailesi hala orada yaşıyor. Trump’a oy verdiklerini çok sonra öğrendim. Ailesiyle uzaktan yakından alakası yok. Bilirsin Amerikan ailelerini filmlerden, çocuk 18 olunca evden gider bir daha dönmez, aynen o hikaye. Orada herkes Trumpçı, afişleri falan dikili alakasız bir mısır tarlasında mesela. İçlere gittikçe anlıyorsun. Dindar kesim, çoklu kültürden hiç memnun değil, LGBT ve kürtaj karşıtı. Kimse Amerikalıların da böyle olabileceğine inanmıyordu ama insan her yerde insan ve Amerika’nın büyük bir çoğunluğu da bu insanlar. Dünya genel olarak büyük bir kaos içerisinde ama buna rağmen Amerika yine de konuşma özgürlüğü ve bir çok şeye sahip olan bir ülke. Geleceği çok da parlak değil ama şimdilik bu.

Son olarak..Süper ötesi fotolar çekiyorsun. İyi foto çekmek için önerilerin nelerdir?

Çok teşekkür ederim 🙂 Sanırım fotoğrafa dair temel bilgileri (kamera nasıl çalışır, kompozisyon, ışık, renk) özümsedikten sonra geriye sadece etrafa bakmak ve kameraya bunu öğretmek kalıyor. Hepimizde iki göz var aslında çok güzel görüyoruz ama her zaman kameraya istediğimiz şekilde baktıramıyoruz. Biraz komik olacak ama kameraya çözülmesi gereken bir makine gözüyle bakmak yerine onu kontrol etmeyi öğrenmek lazım. Ondan sonra kamera bir kamera olmaktan çıkıp senin gözün haline geliyor. Bir de en güzel egzersiz, farklı açılardan çekmeye çalışmak. Normalde nasıl fotoğraf çekersin, bu sefer tam tersini denemek. Eğil, kalk, fotoğrafçı yogası diye bir şey var. Dışardan bakanlar sana gülebilir ama emin ol güzel fotoğraflar yakalayacaksın.

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

1 Comment

  1. çağrı
    Ekim 25, 2017 / 2:26 pm

    Ben İzmir’den İstanbul’a taşınma fikrini düşünürken başıma ağrılar girerken Ece’nin cesaretine hayran kaldım.. Güzel hayat tecrübeleri edinmiş 🙂 Kendime not:Biraz oluruna bırakmak gerek galiba her şeyi..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe