İlham veren kadınlar serisinin 32. haftasından herkese selamlar & sevgiler. Her hafta gezgin kadınlar ile röportajlara tam gaz devam. Bu hafta dünyanın farklı köşesinden bildiren ilham veren bir kadınla karşınızdayım. =) Bu haftaki ilham perimiz Hamide. Onu blogu ve sosyal medyadan bildiğimiz adıyla gezgin kız. Münih’te çalışan, gezgin, blogger ve bolca ilham veren bir içerik üreticisi kendisi. O zaman (varsa) Alman biramınızı elimize alıp Haminde’in yanında ışınlanalım. Münih’te yaşam nasıldır, oralarda yaşamak seyahat durumlarını nasıl etkiler öğrenelim…
S:Seni hiç tanımayanlar için biraz kendini tanıtabilir misin?
C:İsmim Hamide, çağdaşlarımın ve görüntümün aksine geleneksel bir isme sahibim. Evet. Çocukken buna çok sinir olsam da yaş aldıkça fark ettim ki en azından babaane-anneanne olunca rahat edeceğim. Sonuçta Merve Nine mi daha nine, Hamide Nine mi ? 🙂 Neyse yaş aldıkça demişken önümüzdeki hafta 31 yaşıma giriyorum. Otuz olmak koymuştu ama doğum günümde hediye almaya devam ettikçe sanırım çok üzülmeyeceğim. 1987 yılında Eskişehir’de doğdum, büyüdüm, üniversite dahil tüm eğitim hayatımı orada geçirdim.
Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun olduktan üç ay sonra İstanbul’da büyük bir bankada uzman olarak calışmaya başladım. Yedi yıl İstanbul’da yaşayıp çalıştıktan sonra da o zamanlar sevgilim simdi esim olan Muro bir gün ‘ben Münih’te iş buldum, gidiyorum, senin de gelmeni isterim ama gelmezsen de senin kararın der hoş karışılarım’ dedi ve beni koca bir kafa karışıklığıyla İstanbul’da bırakıp gitti. Ben biraz garantici bir insanım ve açık söylemem gerekirse okulu bitirdikten sonra kendi parasını kendi kazanıp dilediğince harcayan biri olarak işi gücü bırakıp bir erkeğin peşine takılıp dilini bile bilmediğim ülkeye gitmek bana pek akıllıca gelmedi. O yüzden iş bulmadan gitmeme kararı aldık.
Ama tahmin edersiniz ki başka bir ülkede (üstelik dilini de bilmiyorsanız) çalışma izni olmadan iş bulmak çok çok zordu. Bir yandan çılgın gibi iş ararken, bir yandan da Almanca kursuna gitmeye başladım; tabii bir de uzak mesafe ilişki yürütmeye çalışıyorduk. Muro taşındıktan tam 1,5 yıl sonra bana uygun bir iş buldum ve nihayet tek yön biletimi alıp Nisan 2017’de Münih’e taşındım. Bu konuda alçakgönüllülük yapamayacağım, zira hikayem gercekten azmin zaferi bence! :)
S:Münih’te yaşam nasıldır? Sıradan bir gününü hayalimizde canlandırmamız için anlatabilir misin?
C:Seve seve anlatırım. Hazır soran ve dinleyen birini bulmuşum; Türkce konuşma özlemimi gidereyim! Buraya taşındıktan bir hafta sonra işe başladım. Öncesinde Muro’yu ziyaret etmek icin beş kez Münih’e gelmiştim yani şehri büyük çoğunluğuyla tanıyordum. Ama derler ya bir yerde turist olmak başka yerli olmak bambaşka diye, gerçekten öyleymiş. Zira ilk bir ay devlet dairelerine gidip evrak işlerini halletmek, sigorta yaptırmak (Almanya’da kendi sigortanı kendin yaptırıyorsun, yani Türkiye’deki gibi işverenin senin icin yaptırmıyor), vergi numarası almak, adres kaydı yaptırmak, banka hesabı açtırmak gibi şeylerle uğraştım.
Almanya her ne kadar dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olsa da hizmet sektöründe Türkiye’den oldukça gerideler. Türkiye’de e-devlet sayesinde hemen her şeyi online yapabiliyoruz, bankalarda hesap açma islemleri neredeyse anlık, online bankacılık şahane; ama burada her şey için fiziken bir yere gitmen gerekiyor ve her şey postayla haftalar sonra geliyor. Türkiye’de bir kez bile posta kutumu kontrol etmemişimdir, burada artık refleks oldu posta kutusuna her gün bakmak. Neyse böyle şeyleri hallettikten sonra gitgide rutin bir hayat oluşturdum kendime.
Gayet merkezi bir yerde oturuyoruz, işime trenle ya da metroyla yaklaşık 30 dakikada ulaşıyorum. Toplu taşıma Istanbul’daki gibi balık istifi ve bağlantısız değil. O yüzden araç kullanımı çok yaygın değil burada. Birçok insan ya toplu taşımayla ya da bisikletle işe gidip geliyor. Türkiye’deki birçok iş yeri gibi ise kesin olarak başlama ve bitiş saati yok. Haftalık 40 saati tamamlaman gerekiyor sadece. Ben genelde 8.30’ta masamın başında olup akşam 5-6 arası da çıkıyorum. Ögle yemeği kültürü çok yok, birçok kişi evden getiriyor, masa başında yiyor. Akşamları işten çıktıktan sonra bazen Muro’yla yürüyüş yapıyoruz bazen de direkt eve gidip akşam yemeği hazırlıyorum. Sonrası da Netflix örgü falan işte. Yani aslında günlük rutinim Türkiye’dekinden çok da farklı değil; sadece daha konforlu.
S:Yazılarında bol bol bahsediyorsun ama bizlere kısaca oralarda sosyal çevre edinme nasıldır? Almanlardan iyi dost olur mu? Gibi konulardan bahsedebilir misin?
C:Almanlar özel hayatlarına çok önem veren ve özellikle iş ortamında kişisel sohbete çok girmeyen bir millet. Alman şirketinde çalıştığım icin birçok Alman iş arkadaşım var. Ayrıca yöneticilerim de Alman ve onların seviyesine gelmek ya da onları benim seviyeme çekmek inan çok zaman aldı. Mesela biz sıcak kanlı bir milletiz, hemen kaynaşmayı isteriz, sohbet açarız, sekiz saatimizi geçireceğimiz kişilerle güzel ilişkilerimiz olsun diye uğraşırız ama burada gün geldi yöneticimle sabah günaydın akşam iyi akşamlar dışında hiçbir konuşmamızın olmadığı günler oldu. Ama ben yılmadım, şirinliklerle ufak sohbetler açarak ekibimdeki birçok kisiye az biraz sosyal olmayı ögrettim! 🙂
İlk taşındığımda Muro dışında kimseyi tanımıyordum. İstanbul’daki dostlarımı geride bıraktığım için çok üzgündüm ve bir daha hiç arkadaşım olmayacak gibi gelmişti. Ama zamanla su dalgası gibi büyüdü çevrem. Bunda tabii ki benim sıcakkanlı ve iletişimi seven bir insan olmam büyük etken, samimi ve egosuz olduğunuz sürece dünyanın her yerinde arkadaş edinmek mümkün bence.
Şansıma çalıştığım şirkette benim gibi Türkiye’den taşınmış arkadaşlar vardı ve ben ise başladığımda sağ olsunlar beni aralarına aldılar. O zaman altı kişiydik, bir buçuk yılda sayımız ikiye katlandı. Ee buna eşler de eklenince oldukça geniş bir aile olduk burada. Klişe gelebilir ama gurbette insan gerçekten kendi dilini konuşabileceği, kültürünü anlayabilecek kişilere çok ihtiyaç duyuyor. Zira duyguları ana dilinden bir başka dilde yüzde yüz ifade edebilmen mümkün değil. Bir anektod, bir şaka, yaşanan bir olay, deyim, kültürel konular, müzik hatta damak tadı bile bazen uçurum yaratabiliyor yabancı arkadaşlarla aramızda.
S:”İyi ki buradayım!” dediğin anlara örnekler var mıdır?
C:İstanbul’da çalışırken yedi yıl boyunca Bakırköy-Levent arasında gidip geldim. İş yerinin servisi vardı ama malum İstanbul trafiği yüzünden özellikle akşamları eve varmam bazen akşam sekizi buluyordu ve son yıllarda bu beni inanılmaz rahatsız etmeye başlamıştı. Buraya taşındıktan sonra işten geç bile çıksam eve varmam yarım saat sürüyor ve genelde aksam altı buçuktan önce eve varıyorum. Bu o kadar büyük bir nimet ki benim için! Bazen ‘Allah bana her gün için iki saat bonus verdi’ diye düşünüyorum ve hemen her gün bunun icin şükrediyorum.
Zaman dediğimiz şey inanılmaz değerli ve bir o kadar da çabuk tükenen bir şey. Ben doğduğum gün bana yüklenen kredi olarak gördüğüm zamanımı trafikte harcamaktan ya da boş insanlar tarafından tüketilmesinden nefret ediyorum ve şu an bunu değiştirebildiğim icin çok mutluyum.
S:”Yok artık bu kadarı da olmaz” dediğin, çok şaşırdığın kültür şokları yaşadın mı?
C:Mahrem anlayışları pek yok bu Almanların. Mesela Münih’in en büyük parkı olan Englischergarten’in bir bölümünde çırılçıplak güneşlenmek serbest ve güneşli havalarda her şeyi meydanda genelde elli yaş üstü Alman amca ve teyzelere rastlamanız çok yüksek olasılık. Yani bikiniyle, mayoyla falan değil, çırılçıplak bir halde yayılıyorlar çimlerde. İlk gördüğümde dudağım uçuklamıştı resmen, aval aval bakmıştım.
Dediğim gibi mahrem diye bir şeyi pek takmadıklarından örneğin spor salonu soyunma odalarında her şey meydanda dolaşıyor insanlar. Erkeklerin soyunma odalarında duşları birbirinden ayıran bir paravan bile yokmuş. Geniş bir odada herkes duş alıyormuş. Ayni şey saunada da geçerli, peştemal ya da havlu bile sarmadan saunaya giriyor insanlar ve saunaların büyük çoğunluğu karma. Muhafazakar biri değilim ama bu kadar çıplaklık da bana ters. Adem’le Havva bile yaprak koymuş cinsel organlarına, sizdeki bu genişlik nereden diye sorasım geliyor.
Kültür şoku olarak adlandırmasam da çok degil yetmiş sene önce soykırım yapan ve bundan ders aldığını söyleyen bir milletin kendilerinden olmayanı küçümsemeleri ve içten içe ırkçılık beslemeleri inanılmaz itici. Özellikle Türkiye’yi ve Türkleri buldukları her fırsatta eleştirmeleri, Türk olduğumu öğrenince buruşan suratları, Almanca konuşamıyorsan sinirlenip isleri zorlaştırmaları ve İngilizce bilmelerine rağmen inatla konuşmamaları gibi can sıkan şeyler de yaşıyoruz burada. Yanlış anlaşılmasın, tabii ki her Alman tarafından yapılan ya da her gün başımıza gelen şeyler değil bunlar ama yaşadığımız zaman tadımızı kaçıran, dışlanmış ve yabancı hissettiren tatsız detaylar. Yine de Münih oldukça kozmopolit ve aydın bir şehir, böyle tatsız bir olayla bir kez karşılaşıyorsak, belki on kez güzel seylerle karşılaşıyoruz. Sonuçta kendi ülken dışında nereye gidersek gidelim hep ‚yabancı‘ olacağız, bu kaçınılmaz.
S:Ülke dışında yaşamak seyahat etme tutkunu nasıl etkiledi?
C:Avrupa ülkesinde yaşamak tabii ki büyük avantaj, çünkü buradaki çalışma ve oturma iznimle Schengen ülkelerine rahatça girip çıkabiliyorum.. Kesinlikle hadsizlik olarak anlaşılsın istemem ama euro kazanıyor olmak da büyük esneklik sağlıyor. Burada yıllık 27 iş günü iznim var, üzerine bir de resmi tatiller eklenince sık sık seyahat planı yapabiliyoruz. Önceliğim tabii ki aile ziyaretlerim. Mümkün olduğunca kısa aralıklarla Eskişehir’e gidip ailemi görmeye çalışıyorum. Kalan zamanlarda çoğu zaman Muro’yla bazen de arkadaşlarımla geziler ayarlayıp yola düşebiliyoruz.
Sanılanın aksine ben kendimi çok da ‘gezgin’ olarak tanımlamıyorum. Çünkü senin gibi bu işi hakkıyla ve tutkuyla yapan birçok kişi var ve benimki onlarla kıyaslarsak daha çok bir hobi. Belki şaşıracaksınız ama ben ilk kez beş yıl önce yani 25 yaşında ilk pasaportumu aldım ve yurtdışına çıktım. O da is icin gittiğim Frankfurt’tu. O zamana kadar açık söyleyeyim pek bir seyahat ufkum yoktu. Hatta Frankfurt’taki şirket çalışmamdan çok memnun kalıp bana iş teklif etmişti de ben yurtdışında hele de Almanya’da asla yaşayamam diye reddetmiştim. Ne diyorduk, karma is a bitch.. 🙂 Hayatta başımıza gelen her şeyin bir sebebi var. Ben Muro’yla tanışmasaydım ya da o gittiğinde yok ben gelmiyorum deseydim belki bambaşka bir hayatım olacaktı. Ama şimdi bakınca beş yıl öncesine kadar yurtdışına bile çıkmamış birinden yurtdışında yaşayan çalışan ve olabildiğince seyahat etmeye çalışan birine dönüştüm.
S:Münih’ten nerelere geziler yapıyorsun? Yakın rotalar için önerilerin nedir?
C:Münih konumu itibariyle Avrupa’da yaşanabilecek en optimum şehir diyebilirim. Sadece hafta sonu için bile Avusturya’ya, Çek Cumhuriyeti’ne, İsviçre’ye hatta İtalya’ya gidebilirsiniz. Hatta bazen Almanya’nın icinde güneyden kuzeye gitmekten kısa sürede güneyde iki ülke değiştirebiliyorsunuz. Hafta sonu rotası icin Nürnberg, Stuttgart, Salzburg-Hallstatt, Innsbruck, Prag, Milano, Zürih, Zagreb, Ljublijana gibi alternatifler seçilebilir. Haritaya bakip atıyorum sanılmasın, her biri denendi ve onaylandı. 🙂
Biraz daha uzun zamanınız varsa Füssen’den başlayıp Rottenburg ob der Tauber’de biten Almanya’nın ünlü romantik yolu, Strazbourg, Colmar ve şahane köyleri içine alan Alsace rotası, Viyana-Bratislava-Budapeste üçlüsü ya da Verona-Venedik ikilisi şeklinde plan yapılabilir.
S:Dünyada yaşamak istediğin diğer ülke ve şehirler nerelerdir? Neden?
C:Eğer seçme şansım olsaydı kesinlikle Barselona derdim. İspanyollara (Katalanlara diyelim de hatta kızmasınlar), onların kültürlerine ve dillerine çok hayranım. Bazen bir önceki hayatımda İspanyol muydum acaba diye düşünüyorum. Akşamları işten çıkıp Barcelonata plajını boylu boyunca yürüyerek günesi batırmak şahane olurdu.
Uzun süreli olmasa da Brezilya Rio’da ve Amerika Miami ya da Los Angeles‘da da yaşamayı isterdim. Anlaşılacağı üzere ben yaz insanıyım. Soğuktan nefret ediyorum (dedi Eskişehir’de dogmuş büyümüş ve Alp dağlarının dibinde Münih’te yaşayan kadın 🙂 ). Bana dört mevsim 20+ derece sıcaklığı ve denizi verin; bronz tenim ve güneş sayesinde iyice açılıp fake olduğu anlaşılmayan sarı saçlarımla benden mutlusu olmaz sanırım.
Kısa Kısa:
- Yeni bir yere varınca ilk iş ne yaparsın: Toplu taşıma sistemini anlamaya çalışırım, kaldığım yere yakın durak var mı, görülmesi gereken yerlere hangi hatla ulaşabilirim vs. Olabildiğince de toplu taşıma kullanırım zaten. Hatta taksiyi sadece iş seyahatlerimde otelden ofise giderken kullanıyorum. Onun dışında ya yürür ya da metroya/otobüse binerim.
- Seyahatlerinde her zaman yanında olan 3 şey: Kitabım, not defterim ve telefonum
- Yemeklerini en sevdiğin 3 ülke: Türkiye, İtalya ve İspanya
- Bıkmadan defalarca gidebileceğin 3 ülke: İtalya, İspanya ve Amerika
- Ruh ikizin şehir/ülke: Ülke Brezilya, şehirse Barselona
Bİ’ TAKIM FAYDALI LİNKLER
Röportajı okurken, aralara serpiştirdiğim linklere dayanamayıp girmeyenler, sabır gösterenler için tüm gerekli linkleri nazikçe aşağıya bırakayım. =)
- instagram: gezgin kız
- blog: gezginkız.net