İkonik Paris Cafeleri ve Daha İkonik Müdavimleri

0
shares
Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+
Bu Nedir?

İnsanlık olarak en büyük ortak başarılarımızdan biri Paris’i kurmuş, geliştirmiş, mükemmele yakın şekilde korumuş ve vaktiyle içini büyük sanatçılarla doldurmuş olmamız bence. 1800’ler ve 1900’lerin ilk yarısının Paris’i, sanat severler için yer yüzünde ütopya gibi bir yer. Zaman kadar eski, her köşesinden başka keşifler çıkan ve insanı ilhamla dolduran Paris için çok sevdiğim yazar Oscar Wilde demiş ki: “İyi Amerikanlar öldüğünde, Paris’e giderler.” 🙂 O zaman biz de 1800-1900’lere ışınlanıp dönemin ikonik Paris cafeleri ve daha da ikonik müdavimlerinin peşine takılalım. Bir de iyi haberim var, bu cafelerin hepsini günümüzde de ziyaret edebiliyoruz!

LA ROTONDE MONTPARNASSE

Paris’in Montparnasse semtinde, 1911 yılında beri köşesinden kırmızı kırmızı bizlere gülümseyen La Rotonde, görür görmez ilginizi çekecek o ikonik cafelerden biri. Ancak kendisini ilk sıraya koyma nedenim estetik güzelliği veya sunduğu birbirinden lezzetli geleneksel Paris mutfağı yemekleri ve pastane ürünleri değil. Hatta 1900’lerin başından beri müdavimi olan sanatçılar da değil. Bu ikonik mekan I. Dünya Savaşı sırasında kapılarını yatılı olarak kalacak yeri olmayan evsiz sanatçılara açmış. Savaştan zarar görmemelerini sağlayıp Paris soğununda da sıcak bir yuva vermiş. Tebrikler koca yürekli La Rotonde. Seni çok seviyoruz!

Günümüzdeki müdavimleri ise çoğunlukla özellikle sinema sektöründe çalışanlar sanatçılardan oluşuyor. Senaristler, yönetmenler, oyuncular… Paris’e yolunuz düşünce bu cafeye en azından bir espresso içmek için girin ve I. Dünya Savaşı’nda hayal güçleri geniş ama bütçeleri dar sanatçıların uyuduğu yerlere ayak basın. Etkilenmek ve tuhaf titreşimler hissetmek garantili!

Adres: 105 boulevard du Montparnasse – 75006 Paris Montparnasse

CAFE DE FLORE

Paris’e gitmediyseniz bile bu cafenin adını duymuşsunuzdur. Bu cafenin müdavimleri son derece ikonik ve müdavim listesinde herkesi heyecanlandıracak birileri vardır. O zaman bir kısmını saymaya başlıyorum…Ernest Hemingway’in çokça vakit geçirip bazı kitaplarını masalarında oturarak yazdığı yer burası. Hemingway’in Paris’te geçirdiği beş yılını anlattığı “Moveable Feast” (Paris Bir Şenliktir) kitabında burada geçirdiği zamanları, yediği içtiği detayında okuyabilirsiniz. Varoluşçu akımın en önemli isimlerinden Jean-Paul SartreSimon de BeauvoirAlbert Camus bu masalarda konuşup tartışıp çalıştılar.

İkonik ressamlardan Salvador Dali ve Picasso da bu masalarda oturdu. Jane Fonda ve Brigitte Bardotgibi önemli oyuncular ve stil tanrıçaları da. Türk sanatçılardan kimler bu masalara oturdu peki? Nazım Hikmet ve Fikret Mualla‘nın da buranın müdavimleri arasında olduğu söyleniyor. İşte böylesine isimlerin gittiği ikonik bir mekan.

Dürüst olmak gerekirse günümüzde fazlasıya turistik ve diğer Paris cafeleri ile kıyaslayınca pahalı. Ama bu harika insanların vakit geçirdiği mekana bir uğramadan olmaz. Ben Paris’e gittiğimde genelde bu cafeye yakınlığına göre kalacak yer ayarlayıp en az iki üç defa gidiyorum. Menüdeki pek çok şeyi denedim ve favori olarak emmantel peynirli süper leziz tuzlu bir tür kiş olan “quiche lorraine“i şiddetle öneririm. 🙂

Adres: 172, Boulevard Saint-Germain

LES DEUX MAGOTS

Cafe de Flore’den bir yüz metre kadar ilerde olan benzeri Cafe Des Deux Magots’un isminin çevirisi tam anlamıyla iki adet Çin heykelciği. Peki Paris’in ortasında neden Çin? Çünkü bu cafenin başlangıcı aslında bir ipek dükkanı olarak oluyor. Zamanla genişleyip cafe olmaya doğru evriliyor. Yukarıda listelediğim Flore’nin müdavimleri aynı sıklıkla buraya da uğruyorlar. Özellikle dönemin şairlerinin Mekkesi olarak tasvir ediliyor.

Bir kaç isim daha eklemem gerekirse: filozof Paul Verline ve Artur Rimabud derim. Burada takılan yazar/filozoflardan ve şairlerden motivasyonla, yıllık olarak verilen bir edebiyat ödülü de var bu cafenin. Ödülün adı Le Prix des Deux Magots.

Adres: 6 Place Saint-Germain-des-Pres

LES PHILOSOPHES

Rotamızı St. Germain’den daha bohem bir bölge olan Le Marais’e çeviriyoruz ve bu semtin en ikonik cafesi Les Philosophes’e varıyoruz. Les Philosophes’i özel yapan 1900’lerde mesai bitimi saatlerinde Yahudi işçilerin toplanma noktası olması. Özellikle Nazi işgalinden kaçabilen Yahudi nüfusun toplanıp direniş planları yaptığı bir nokta olması nedeniyle özel. Hatta cafenin sahipleri Paris’e Nazi’ler geldiğinde şehirden kaçan Yahudi bir ailenin kızını evlat edinmişler. Canım Parisyenler. <3 Cafe, günümüzde Paris’in en hipster ve bohem semtlerinden Le Marais de bir şeyler içip yoldan geçen şık insanları izlemelik bir nokta.

Adres: 28 rue Vieille du Temple, Le Marais

SHAKESPEARE AND COMPANY CO

Sıfırıncı kilometre (kilometer zero – yukarıdaki fotoda gözüken, satılan kitaplara yaptıkları damga) sıfatı da olan bu kitapçı ve yanındaki cafesi gerçekten çok özel. Sıfırıncı kilometre olması adresinin (37 rue de la Bûcherie) kelimenin tam anlamıyla   Fransız yollarının başladığı noktada olmasından yer alıyor. Mekanın isminin ve tarihinin detaylı bir hikayesi var. İki önemli kişi var: Sylvia Beach ve George Whitman.

Sylvia, 1912 yılında başka bir adreste İngilizce edebiyat kitapları satan ilk Shakespeare and Company’yi açar. Buranın müdavimleri arasında o sıralarda Paris’te yaşayan ama İngilizce yazan efsanevi yazalar: James Joyce, Ernest Hemingway, Scott Fitzgerald, T. S. Eliott ve Ezra Pound gibi ef-sa-ne-vi isimler vardır. Sylvia, sanatçıları maddi manevi desteklemesi, kitap kiralama, kalacak yer verme, borç verme gibi güzellikler yapması ile ünlü özel bir kadındır. Mekanı 1919 – 1941 yılları arasında açık kalır.

Gelelim George’a. George Whitman da baya maceraperest bir Amerikan. Gençliğinde sırt çantasıyla gezdiği Meksika’da çok hastalanıp bilincini yitiriyor. Gözünü açtığında Yucatan yerlilerinin onu bulup tedavi edip evlerine aldıklarını görüyor. O anda karar veriyor. Dünya iyi bir yer ve iyi insanlar var. Kendisi de o iyi insanlardan biri olmaya karar verip km zero’daki bu kitapçıyı açıyor. Burada yazalarların kalması için odalar ve yataklar var. Mekanın ilk adı Le Mistral.

Shakespeare’in doğumunun 400. yılında yan 1964 yılında, Sylvia’nın ikonik mekanın da kapanmasından (1941’de kapanıyor) sonra, adını bugünkü Shakespeare and Company olarak değiştiriyor. George, kitapçısını ilk açtığı günden beri kendisi de burada kalıyor. Hatta hayata gözlerini kapamadan on yıl önce kızı Sylvia” Whitman, gelip buraya yerleşiyor ve bugün de o yönetiyor. Buranın ruhunu yakından hissetmek için Hemingway’in (gene yukarıdaki foto 🙂 ) Paris’te yaşadığı yılları ve efsanevi Sylvia Beach ile dostluğunu anlattığı “Moveable Feast / Paris Bir Şölendir” kitabını okumanızı öneririm.

Euro’nun alıp yürüdüğü günlerde buradan bir kitap almak iki kişilik yemek fiyatını geçse de ortamı bir gezmek, Fitzgerald’ı, Hemingway’i burada gezinirken, cafede oturup bir şeylerler içerken hayal etmek güzel. Zaten burası sadece gezip inceleyenlere çok açık bir mekan. Üzerinde “play me” (çal beni) yazan piyanosundan anlayacaksınız. 🙂 Buradaki event’leri ve toplaşmaları takip etmek için tık tık.

Adres: 37 rue de la Bûcherie

LE CONSULAT

St Michael taraflarından Montmarte’a uzanıyoruz şimdi. Tepeden bize bakan Sacre Coeur altındaki yokuşlu ve dar sokaklarında gezinmesi ev sevimli ve fotojenik semtlerden birindeyiz. İşte bu semtte ufacık bir köşe başında, özellikle ressamlardan oluşan müdavimleri ile bizi zamanda yolculuğa davet eden Le Consulat Cafe var.

Geniş içecek seçenekleri ve klasik Fransız yemek menüsü ile bu cafe 19. yüzyılın en önemli ressamlarını ağırlamış. Çevresindeki pek çok işletme el değiştirip zamanla değişse de Le Consulat 1800’lerden beri değişmeden bizimle. Peki kimlermiş ikonik müdavimi olan ressamlar? Vincent Van Gogh: Loving Vincent filminden Paris’te kaldığı sürece ilham dolup 150 tane civarı tablo yaptığını biliyoruz. Düşünsenize bu masalarda birşeyler içti ve belki ufak karalamalar yaptı? 🙂 Devamında Pablo Picasso, Monet, Sisley ve daha nice ressamlar. (#respect)

Adres: 18 Rue Norvins

Şimdi söz sizde.. Buraya kadar tek madde, tek cümle atlamadan okuduysanız… tebrikler tarihi değeri olan şeylere ve sanata çok önem veriyorsunuz.  Paris’e gidip ikonik sanatçıların izinde cafeleri keşfetme konusunda ciddi düşünüyorsunuz…Ne dersiniz? En çok hangi cafe sizde iz bıraktı? Mutlaka yorum bırakın.. =) 

ps: son Paris gezimde nerelere gittim, hangi mekanları keşfettim şöyle bir bakmak isteyenleri profilimde gün gün sabitlediğim insta story’lerime beklerim. instagram: zeyneppcans

Facebook Paylaş
Twitter Paylaş
Google+ Paylaş
LinkedIn Paylaş
Pinterest Paylaş
StumbleUpon Paylaş
+

1 Comment

  1. Haluk Barkan
    Ocak 8, 2019 / 9:26 am

    Bir çoğunu görüp kahvesini tattık. Cafe kültürü Paris’te gerçekten çok yukarılarda. Siz de gerçekten en gözdelerine yer vermişsiniz. Daha bir çok ünlü yer olmasına karşılık havası olan yerler bunlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bumerang - Yazarkafe